31 Ağustos 2009 Pazartesi

D.E.S


Annem tatilden döndü, ben de 4 hafta sonra eve döndüm. Bu süre içinde sevgilimde kaldım benim Nancy ile. Bu süre içinde bir çok faydalı oluşumu gözlemleme şansına eriştim. Çalışan evliler ev işlerini nasıl halleder? Akşamları nasıl en kısa zamanda yemek hazırlanır ? Süpürülmeyen ev kaç günde Adams Ailesi'nin evine döner?
Bu ve bunun gibi sorulara yanıt bulurken bir fark ettim ki bir sendroma yakalanmışım;
Domestik evkadını sendromu!!

Şöyle ki; işten gel, daha gelmeden önce kafanda akşam ne yemek yapacağını hesaplayıp ona göre alışveriş yapıp gel. Çantanı üstünü başını hallet, Nancy hanımı çişe çıkart, eve dön, bulaşık bilmemne varsa onları toparla, internetten tv aç, o sırada yemek yap, o sırada çamaşır at yıkansın, yıkanan varsa as, kuruyan varsa topla. Yemek pişerken sevgilin gelsin, gözün onda yemek karıştır, masayı hazırlayın, yemen yensin (ama sen yaparken doymuş gibi hissettiğin için yiyeme) , sonra masayı topla birlikte, çamaşırlar yıkandıysa as, bulaşıklar dizilsin vs. Bir bakıyorum oturma odasına gelmemiz 9 'u bulmuş. Biraz tv izle veya tavla oyna veya film izle, gün bitti.
Normalde kendi evimde, işten gelen, yemeği hazır, odası toplu, çamaşırı yıkanmış , köpeği işemiş olan ben şimdi bu tempoya geçince bende hafiften marazlar peyda oldu.
Daha sabahtan akşamki yemeği düşünmeye başladım. Etrafta ne çok dağınıklık oluyormuş onu anladım bir kere. Sonra sevgilimin yemekten sonra masada biraz fazla oturması, tabakları tezgaha dizmesi falan hafiften batmaya başladı.
Sonra bir akşam ona hayatımın ilk gerçek köftesini (köfte baharatı ile değil, gerçek malzemelerle maydonoz sarımsak falan) yoğururken işi gücü yüzünden normal olarak geç kalması bende sinir hezeyanı yaşatırken kavga ettik. Geç kaldı diye görünümlü DES! yani Domestik evkadını sendromu! İdealist, işi gücü olan, ev işlerinden bi haber olan bünyeyi sevgiliyle 4 hafta aynı eve koyarsan olur sana haminne!
Düşündüm sonra. Yahu dedim bana ne oluyor böyle, bu ne ev işi merakı. Titizlik hastası mutfakta aşçı, evinde hanım kadın, çocuğunun harika annesi cozutmuş kadınlara döndüm. Bıraktım kendimi köftelerin kollarına.
Sonraki gün yapmadım yemek. Sevgilim geldi birlikte hazırladık herşeyi. Hayır zaten kendisi son derece ev işi , yemek, ütü mütü yapan biridir. Bıraksam zaten evi Halkalı çöplüğü olmayacak.
Sonra saldım kendimi çayıra mevlam kayıra derken, annem geldi ben de evime döndüm nihayetinde.
Demek ki neymiş?
Bu ev kadınlarındaki zamansız siniri anlamak artık mümkünmüş.
Demek ki böyle kendisinden istenmediği beklenmediği halde saçlarını süpürge eden, sonra da "kıymeti bilinmeyen" ev hanımlarındaki buhranlar normalmiş.
Ama yaptığım yemekler güzeldi o ayrı.

Bir de böyle biz bekarlar için güzel bir şey olan "evli gibiyiz ay ne güzel" olup 7/24 görüşebilmek çok güzeldi.
^_^

25 Ağustos 2009 Salı

Anasının danası



Bugün annelerinin biricik yavruları, dünyanın sekizinci harikaları mini mini minişleri hakkında yazmak istiyorum.

Kadınların, anne olunca değiştiğini, adeta üç maymunun tek bedende vuku bulmuş hale geldiklerini defalarca görmüş ve kendilerine acımışımdır. İşim dolayısıyla bir çok anne- baba ile tanışıyorum ve ebeveynlerin (özellikle annelerin yüzde doksanının bu halde olduğunu görüyorum.)

Anne - bebek dergilerindeyapılan röportajlarda falan veya gazetelerin magazin sayfalarında ünlülerin bebekleri hakkındaki röportajlarında okumuşsunuzdur mutlaka. Annelerden çocuklarını anlatmaları istenir. Annelerde aşağı yukarı üç beş cümleyi kurar; çok hareketli, çok duygusal, dans etmeyi , müziği çok sever, çok yetenekli, lider yaratılışlı vs. vs.

...

Gelin bunlaır inceleyelim.

Çok hareketli : Meali ; bir an bile yerinde durmaz , kırıcı, yıkıcı, çok malın gözü, iki dakkada evi talan eder, dışarda bir tasmaya ihtiyaç duyarım, böyle çocuk olmaz olsun.

Çok duygusal: Meali ; istediği olmadığında kıçını yırtarcasına bağırır çağırır ,yerlere yatar, eşyaları fırlatır kafaya göze dalar vurur eder. Benim de tek yaptığım "aa yapma anneciğim ayıp, aa anneye vurulur mu, aa atma bakayım onu, aaa kalk yerden anneciğim annesinin bi tanesi aman da bıdı bıdı, gıdı gıdı "
Dans etmeyi, müziği çok sever: Meali ; şekilsiz ve orantısız vücuduyla devinir durur, İsmail Yk veya Demet Akalın çıkınca vücudunu sağa sola yana yana sallar oynar işte saçma sapan. Genellikle anne-babalarının cep telefonlarını ellerindne düşürmezler telefondan müzik açarlar oynarlar.
Çok yetenekli: Rabbim vermiş işte! Çocuğum bir Dali! Bir Monet! Yaptığı kargacık burgacık figürler, parmak boyasını evin duvarlarına duvarlarına sürmeler, oyun hamurundan yaptığı "köfte, pastalar" , mutfaktaki tencere ve kaşıklarla falan kafa şişirircesine dandundandun yapmaların tek açıklaması çocuğunuzun bir sanat dahisi olduğunu gösterir olsa olsa!
Lider yaratılışlı: Hep kendi dediği olsun ister, inatçı, yemek yemez, annesi peşinden tabakla koşturur, oyunlaır o yönetir babayı köpek eder anneyi bebek yapar, nice yiğitler bu lider veletlerin uğurunda maymun olmuştur. Alışveriş merkezine gidilir haftasonu ailecek, çocuk nereye isterse oraya gidilir, dana kadar 6 yaşında veletler çocuk arabasına oturtulur paşa gibi, mağaz mağaza gezilir, balon alınır arabaya asılır, istediği olmadı mı yerlere yatılır, sahte tehtidler savurulur "böyle yaparsan almam süngerboku" denilir ama yine de alınır çünkü duygusal çocuk özür diler gözünde timsah gözyaşı annesi de hemen alır. Yemek yemeğe fast foodculara gidilir, çocuk baş köşeye oturur, adamla kaıdn artık konuşmaz iki laf etmezler çünkü kadın çocuğu doyurur, adam gazete dergi okur veya kadınları keser. Evde de çocuk patrondur. Misafir gelir çocuk "susun" der herkes susturulur. Anne der ki "peki ne yapalım evladım." çocuk der ki "herkes hav hav desin!" anne ile baba gülerler ay çocuğum bir harika tipiyle.
Bir de derler ki röportajlarda; "Hayatım değişti!" Ulan tabi ki değişir evde anasının gözü bir çocuk var, istersen değiştirme gör gününü.
Herkesin çocuğu bir tane , herkesin çocuğu dahi. Hem size bir şey söyleyeyim mi ben öyle çocuk atölyelerine falan da inanmam, hani çocuklar müzelerin çocuk bölümünde veya ne bileyim tatil köylerinde sanat faaliyetleri yapar ya uyduruk uyduruk. Hadi canım. Öyle insanın dehasının falan çıkacağına da inanmam. Öyle sonsuz çocuk sevgisine inanmam.
Puck DEHŞETENGİZ.

21 Ağustos 2009 Cuma

!!

Daha ne yapayım ya daha ne yapayım? Bir an geliyor umut dolu mutluluk dolu, bir an geliyor kaçıp gitme isteği içindeyim. Ben erkeklerden de ilişkilerden de bir şey anlamıyorum.
Ya mutlu olmak istiyorum çok mu şey istiyorum ya!!!
Al işte evdeyim, oldu mu?

Marley and me


Dün akşam sevgilimle izledik bu filmi. Beni hüngür şakırt ağlattı. Şahane bir film . Mutlaka izlenmeli. Özellikle köpeği olanlar için çok daha farklı şeyler ifade edecektir .
:( :(

19 Ağustos 2009 Çarşamba

Büyüklerin dünyasına hoşgeldiniz


Son zamanlarda artık bir yetişkin olduğumu idrak etmeme sebep olan bir sürü şey oldu. En son dün , kredi çekmek için bankaya başvurdum mesela. Evden kumbarasını alıp bankaya yatırmaya gitmiş bir çocuk gibi hissettim kendimi. Eskiden öyle reklamlar olurdu ya. Çocuk ailesi ile kumbarasını alıp bankaya gider, kumbaradan biraz para şeker meker toka falan çıkar. Kıza çocuğu minik ellerini bankacı kadına uzatır gülerek, anası babası da ideal gülümselerini takınır böyle salak salak.
Neyse.
Arkadaşlarım evlenmeye başladılar, boşanan bile oldu. Çocukları oldu. Daha sanki dün "ay ben bired pitle evlenicem" diyen arkadaşlarım çoluk çocuk sahibi oldu. Kendi işlerini kuran arkadaşlarım oldu. Önceden arkadaşlarımın sevgilisel problemlerine kafa patlatırken şimdi evlilik sorunlarına çözüm arar oldum mesela. Kendi işini kuran, askere giden arkadaşlarım oldu. Ya ben ne oldum mesela? Öğretmen oldum! Para harcarken kazanır oldum, sevgilisinin taşınmasına yardım eden, tatil planlayan, evde sevgiliyle evcilik oynayan biri oldum.
Önceden ne güzeldi. Seni ailen finanse ederdi, düğünlerde ne giyeceğine, ne zaman gidilip dönüleceğine ailen karar verirdi sen gidip oynayıp, yorgun düşüp en fazla masalarda uyurdun üstüne palto ceket atarlardı. Ev mi taşınacak, sen ayak altında durma yeter. Alırsın kitaplarını kolunun altına bir kenara oturursun herkes koşturur sen izlerdin. Elektrik, su, telefon vs faturalarını görmezdim bile öyle bir peri öder geçerdi sanki. Evde ne eksik bilmezdik aynı peri bilip yerine koyardı. Deterjan mı yok, şeker mi bitmiş hiç fark etmezdim bile. Evde gece musluk mu coştu, elektrik kontak mı yaptı, hiç sorun değil birileri senin yerine hallederdi sen gece gece elektrikçi tamirci bulmazdın. Temizlik falan söz konusu bile olmazdı. Başkası hallederdi zaten annen veya ablan... Sen de yaparsan arada eline toz bezi falan alıp ne ala işte övgü alırdın ama yapmazsan umursanmazdı pek.
Sevilecek bir sevgilin yoktu. Sadece sevmek de yetmiyor çocukluktaki sevgi gibi. Özen, emek istiyor. Aşk beslenmek istiyor. Güzel hoşluklar yapayım istiyorsun, sinirliyken "şu anda sinirliyim biraz bekle" falan diye olgunca laflar ediyorsun, tartışma sonrası uzun uzun duygularından bahsediyorsun olgunca yine. Çocukluktaki gibi ayağını yere vurup avaz avaz içinden geleni geçeni dank diye söylemiyorsun bekliyorsun duygulaırn yatışsın yetişkinler öyle yapar dimi.
Annene artık sen annelik ediyorsun sanki. O sana soruyor şuraya gideyim mi, şunu yapayım mı falan diye.
İş yerinde Ayşegül öğretmen oluyorsun. Maaş bordron falan oluyor. Kocaman anneler babalar sana hoca hanım falan diyor gözüne umutla bakıyor, senden bir çare bekliyor. Yıllık iznin oluyor, maaş gününü bekliyorsun. Öğretmenler toplantısına katılıyorsun falan.
Artık yetişkin içeriğe sahip (!) +18 hatta + 30 konuları bile konuşabiliyorsun. Koca koca insanlar bile sana artık cinsellikten, ilişkilerinden, kocalarından falan bahsediyor şaşıyorsun. Hala büyük gibi hissetmiyorsun çünkü.
Büyüklerin dünyası güzel, heyecan verici ama yorucu. Şehir hayatında yetişkin olmak daha da yorucu bana kalırsa.
Ben kendimi yaşsız hissediyorum yahu. Acaba 30 yaşımda nasıl hissedeceğim, büyük gibi hissedecek miyim?
Bilmem ki...

17 Ağustos 2009 Pazartesi

Mim (oza)

Damlo beni mimlemiş! Damlo bilmiyor ki ben mim yazmayı pek sevmiyorum. Ama bugün onun doğum günü olduğu içiin ben de bu mimi yazmaya karar verdim hem de seve seve ^_^

1.Neden blog yazarsınız?
Ortaokuldan beri günlük tutarım. Bir sürü şet tıkıştırırdım günlük defterimin içine o güne dair. Sonra internet çıkıp da ben daha çok klavye başında vakit geçirmeye başladıkça blog tutmanın da güzel bir fikir olduğuna kanaat getirdim. Blog yazıyorum çünkü yazmayı ve bunu yayınlamayı seviyorum. İlerde kendi gelişimim adına bir iz bırakmak istiyorum. Böylece belki de 40-50 yaşlarıma geldiğimde o zamandan bu zamana ne kadar yol aldığımı, neleri aştığımı geçirdiğimi görmek istiyorum.

2. Son zamanlarda vakit ayıramadığınız bir uğraş?
Son zamanlarda odama vakit ayıramıyorum. Oysa odamın dekorunu değiştirmek istiyorum, boş çerçevelerimi yeni fotolarla doldurmak istiyorum. Buna hiç zaman ve enerji bulamıyorum.

3. Hayatınızda iyi ki yapmışım dediğiniz 3 şey?
İyi ki O'nu tanımışım.
İyi ki bu işi seçmişim
İyi ki Nancy'yi sahiplenmişim.

4. Mutfakta en sevdiğiniz uğraş?
Mmm. Mutfakla ilgili her şeyi seviyorum. Her çeşit yemek yapmak, yeni tarifler uydurmak, yemek yemek ve mutfağı temizlemek! ( Şaka değil gerçek! Mutfak ve banyo temizlemeye bayılıyorum! )

5. En sevdiğiniz üç yemek?
Üç çok az, seçim yapamam :)

6. Giyim konusunda abarttığınız eşya?
Beyaz tişört. Bir sürü beyaz tişörtüm var. V yakalı, bisiklet yakalı, kollu, kolsuz, yazılı, yazısız bir sürü.

7. Çocuklarınıza nasıl hitap edersiniz?
Çocuğum yok çok şükür. Ama köpeğime "itim" diyorum :)

8. Sizi anlatan bi resim?







13 Ağustos 2009 Perşembe

Aagee* ne yapmış?

Kahramanımız Aaagee* tatil dönüşü sevgilisinin taşınmasına yardım etmiş.

Çarşamba gününe kadar tatil dönüşü sendromu yaşamış.
Bloga saçma sapan yazılar girmiş.
Okula yeni gelen müdür eski müdürü çıkmış.
Çarşamba akşamı iş çıkışı Çocukluk arkadaşı Şebo'nun düğünü için kıyafet ve ayakkabı almaya gitmiş.
Bu zamana kadar aldığı en topuklu ve en şık ayakkabısını almış, bağrına basmış.

Alışveriş sonrası itini sevgilisine bırakmak için bütün eşyalarını toplayıp itini de alıp sevgilisine gitmiş.
"Aşk neler yaptırıyor" diye diye sevgilisinin yeni evini pırıl pırıl yapmış, buarada lavaboyu silerken kendi evinde en son ne zaman bunca geniş çaplı bir temizlik yaptığını, annesinin onu görse gözlerinin yaşaracağını düşünmüş.
Sonra 'ver elini Edirne' demiş.
Şebo'nun düğününde cicilerini giymiş. Şebo'nun şahane gelinliğini görünce bayılmış. Onu öyle görünce duygulanmış. Kendini oynamaya vurmuş.Gelin biraz manyakmış. Planladığı hiç bir şey yolunda gitmeyince azcık çatlatmış. Ayaklarını öldüren mor gelin ayakkabılarını ilk fırsatta çıkartıp spor ayakkabılarını giymiş.

Aagee yeni evli çifti tebrik etmiş. Gözünün önüne bu çifte dair bir sürü şey gelmiş. Ayrılıkları, Şebo'nun 39 kiloya düşüşü, 1 yıl sonra barışmaları, mutlulukları, nişanları, Şebo'nun çocukken onu keklediği günler gelmiş.
Aaagee biraz da şımarmış sanki gece. Şuh bakışlı arkadaşının yanında edepsizlik etmiş.
Gecedüğün bitince hep birlikte eve gitmişler. Aaagee her zamanki gibi kurt gibi açmış. Ciciler gelinlikler çıkmış. Makyajlar silinmiş. Yenmiş içilmiş gecenin dedikodusu yapılmış. Bahane üretip gelmeyenlerin kulakları sevgiyle çınlamış.
4 gibi yatılmış.
Sabah mis gibi köyde kahvaltı yapılmış. Aaagee bu sefer de kahvaltıyı silip süpürmüş. E ne yapsınmış doğal yaşam iştahını açmış!
Sonra 'ver elini İstanbul' demiş. İstanbul'dakişehir hayatına lanet etmiş. İtiyle ve sevgilisiyle olmak için O'na gitmiş. Taşınma sonrası işleri yapmışlar günlerce. Planlar yapmışlar, mutlu olmuşlar.
Pazartesi olmuş, iş günü gelmiş. Aaagee hafta nası geçiyor anlamamış.
Aaagee köpeğini işe götümüş. Down sendromlu öğrencisi evcilik oynarken Nancy'ye mama yedirmiş. Nancy olacak it de kaşık kaşık kuru mama yemiş.
Aaagee evine, yalnızlığına dönmüş. Bu akşam güzel bir yemek yapmış kendine. Sevgilisini özlemiş.
Gökten üç limonlu eti pop kek düşmüş.
Bu yazı da burda bitmiş.



* Aagee Ebru'nun Rima'nın benim adımıdaha rahat söylemesi için uydurduğu ismim oluyor efenim.

11 Ağustos 2009 Salı

Aklıma geldi

1996 Yılında babam beni elimden tuttu ortaokulum olacak yere götürdü kayıt ettirmek için.
O zamanki (ve şimdiki) müdürüm beni hangi sınıfa koyacağını belirlemek için bir seviye tespit sınavı yaptı. Benim gibi matematik özürlüyseniz tam olarak şu diyalogla girersiniz:
-Söyle bakalım altı kere sekiz?
-Emm oeee!
-Hm tamam 1-A
-!?')^+)+^=%

4 Ağustos 2009 Salı

Müdür müdür müdür?

İşyerime yeni başlayan müdürün, ortaokul müdürüm çıkması nedendir acaba? Karma, ben sana ne yaptım? Bu müdür, zamanında bana vurup elindeki yüzükle yanağımı çizen fen öğretmenimi savundu, okulda da sert bir müdür olduğunu hatırlıyorum. Bunlar hiç olmamış gibi bugün nasıl da "Burada çok önemli bir iş yapıyorsunuz, bu iş sevgi işi vs. vs." diye konuşuyordu? Nasıl bir pişkinlik?
Daha neler göreceğim acaba...

2 Ağustos 2009 Pazar

Dönüş

Tatil bitti!
Dün gece saat 2 buçuk gibi eve vardık. Bu sabah da sevgilimin taşınma telaşından dolayı uykusuzum, bilinçsizim, tuhafım.
Bir önceki yazımda da tam pansiyonun bilgisayarına oturdum çat yanıma birisi geldi. E iyi de öyle yazı yazılmıyor işte. Ben de yazamadım netekim.
Deniz, güneş, dağlar, sevgilim, denize gidilen yoldaki tatlı su kaynağı, gece fenerimizi alıp ormanın içinden sahile yürüyüşlerimiz, Kekova gezimiz, o yolda çekilen çile (2 saat gidiş, 2 buçuk saat dönüş, Kekova'ya varınca istifra ediş vb.)
, sevgilimle oynadığımız sayısız tavla ve sayısız yenilgi, şnorkellerimizle denize dalıp balıklarla yüzmemiz, ilk gün balık sevdasına fazla açılıp bir türlü geri dönemeyişimiz,pansiyondaki civcivler... Bunun gibi bir sürü şey anı oldular bile artık.
Olimpos çok güzel bir yer ancak 1 haftadan fazlası çekilmez diye düşünüyorum. Önce İstanbul'dan havaalanına varıyorsunuz ,oradan otogara oradan Çıralı Olimpos sapağına giden minibüse (1 saat) oradan da Olimpos minibüsüne biniyorsunuz (20 dk). Sonra bitmiş bir şekilde kendinizi pansşyona zor atıyorsunuz. Olimpos'ta kalmak isteyenler bu yolu göze alsınlar. Bu yolu ve sıcağı. Bu yolu, sıcağı ve denize 200 mt ve fazlası yürümeyi...
Başta cırcır böceklerinin gürültüsü kafanızı şişirse de sonra duymamaya başlıyorsunuz zaten.
Etrafınızda dağlar var, ağaçlar var , hiç sinek yok!

Dün son kez sahile gittiğimizde çektim bu fotoyu.
Denize dökülen tatlı su kaynağı var. Buz gibi aynı zamanda. Ama ılık Akdeniz'de harika geliyor bu serinlik.



Bu yavruları seve seve bir hal olduk o kadar tatlılar ki.

Gecenin bir yarısı telefon çaldı oradayken. Ben gece çalan telefonlarda çok korkarım, sanki korku filminin içindeymişim gibi gelir. Açtım ama ona tam olarak açtım ağzımı yumdum gözümü derler çünkü ne dedim ne yaptım hatırlamıyorum sadece çok korktuğumu hatırlıyorum. Millet, beni gece aramayın pişman olmayın.


Eve döndüm, itim beni görünce deliye döndü, şu an çok mesut bir köpekleyim.
Tatil yetmedi, şu an denizden dönmüş, çardağa yayılmış, sevgilimle yemek yiyor olmak isterdim.Ah ah :(
Tatil dönüşü sendromuna hoş geldiniz Ayşegül hanım!
Artık yazamaz oldunuz iyi mi :(