31 Mayıs 2010 Pazartesi

siyah - beyaz

Benim iş biraz çetrefillidir. Normal insanlardan farklı olarak ben salya, sümük, çiş, kaka, kusmuk, kulak akıntısı gibi şeylere alışığım. Eli ayağı oynayan, boğazında bir delikle yaşayan bir çocuk nasıl milleti dehşete düşürüyorsa benim mimiğimi bile değiştirmiyor. 
Onlar için siyah- beyaz mesele. Bu kadar basit ve net. Normal insanlara özgü ima, kinaye, mecaz gibi şeyler onlar için fazlasıyla soyut şeyler, onların hayatında genellikle bu tür şeyler yok.
Mesela öğrencim E.



Ten teması sevmez, göz teması kurmaz, elinde çeri çöpü alır başını gelir. Poşetini kimselere kaptırmaz.  Poşet savaşında bir kere üstümde cips paketi patladı, bir kere de muzlu danino patladı.


O'nun sınıfta en sevdiği şey bu renkli çiviler. Adeta rahatlıyor bunları takıp- çıkartırken.


O yüzden 2 senedir E. namına tek gördüğüm bu.İki kalın kaş ve bir burun.


Bu çivileri yaptığı sürece sorun yok.


Yüzünü görmek istersem masaya yatıp kafamı tavana kaldırmam gerekir. Onda da gözünü kapatır zaten.


Bak bana diye ısrar edersem kafasını çevirir.


Çivileri takarken bile ayakları durmaz, titreştirir durur onları.

E.'yi sevmem için, onun bu halini kabullenmem gerekli. 
Diğer insanlarla da böyle olsa keşke, kabullenebilsem, bu hallerini sevsem. Öyle olsaydı şöyle olsaydı diye düşünmesem.
Sanırım bazı insanları kabullenmem için onların da engelli olduklarını düşünmem gerekecek.

28 Mayıs 2010 Cuma

Gına


- Bak ben dobra konuşurum her şeyi çat çat yüzüne söylerim.
- O bana gıcık bu bana gıcık şu laf çarptı o iki yüzlülük yaptı , çok iyi niyetliyim de herkesi kendim gibi sanıyorum.
- Benden ne istiyorlar yaaağğğğ
- Oysa ben onun için bıdı bıdı bik bik bik
Gına geldi bunlardan GI-NA!

Etrafımda çok fazla görür oldum bunlardan. Böyle diyorlar diyorlar birbirlerinin arkasından konuşuyorlar. Herkes herkesle iyi hoş güzel ala, arkasını döndüğü an sana dönüp biliyor musun şöyle böyle. Öf  be! Kime sorsan herkes iyi niyetten çatlayacak maşallah, ama kendi iyi niyetini sana pazarlarken başkasıyla yaşadığı kötü deneyimi de aktarmadan geçemiyor. Ben de onları dinlerken şöyle düşünüyorum : "hmm demek benim ona anlattığım özel şeyleri de başkasıyla paylaşıyor. " Çünkü o kişilerin yüzlerine gülerken de görüyorum o kişileri.
Kime ne diyeceğimi, güveneceğimi şaşırdım arkadaş. Birine bişey diyorsun düşünüuyorsun, acaba ne çıkarımlarda bulundu kendi kendine diyorsun. Dediğin laf, suya attığın taş gibi dalga dalga yayılıyor etrafta.
A diyorsun BOIGÇŞLRTYHJŞDFCOPDSĞ gibi algılanıyor. Ve bu BOIGÇŞLRTYHJŞDFCOPDSĞ üzerinden olayı anladığı için küçücük akıllarıyla öyle mi dedi böyle mi dedi bunu mu demek istedi tahminlerinde bulunuyorlar. Onu bunu şunu demedim ne dediysem onu dedim ne eksik ne fazla.
ÖF!
foto

24 Mayıs 2010 Pazartesi

Slr alan doğumhaneye koştu!

Yer gök doğum fotoğrafçısı ! Kocasından doğum günü hediyesini kapan kadınlar ya doğuma ya kırlara koşuyor. Bana gına geldi pıtırak gibi çoğalan doğum fotoğrafçılarından. Geçenlerde kendimi güzel havayı fırsat bilip çimenlere atma gafletinde bulundum ama heyhat! Türk kadını kapmış makinesini yatacak yürüyecek oturacak yer yok. Oraya oturuyorsun "pardon hanfendii fotoğraf çekiyoruz daa"  buraya uzanıyorsun " az ileri kayar mısınıığğzzz?". Arkadaş bunları peynir ekmek fiyatına mı satıyorlar? Ha evet sizin peynirleriniz ezine peyniri değil de o leş gibi kokan ateş pahası peynirlerdense bilemem de normal insan evladının zınk diye alamayacağı pahada makineler değil mi bunlar. 
Bir de bir orijinalliği olsa fotoların gam yemeyeceğim. Doğum fotoğraflarına bakıyorsun minik bir ayak, bir bebek kıçı, yüzü amniyo sıvısına bulanmış ilk ağlamasını yaşayan bebek, anne ile bakışan baba veya ayaklarından tutulan bir bebek. Biraz yaratıcı olun yahu. Kafayı çıkarken çekin, kan çekin, ıkınma çekin, hiç bişey çekemiyorsanız plasentayı çıktıktan sonra çöpte çekin. Topuktan kan alırken çekin, kıça derece girerken çekin. Stüdyoda çekilmiş evlilik fotolarından ne farkı var ki sanki çok doğal fotolar onlar. Bok doğal. Bir kere fotomodel falan olmadığın sürece fotoğrafın çekilirken doğal olamıyorsun. Ben olsam normal doğursam o hınçla beni çekmeye çalışana bi tekme koyarım al sana doğal doğum fotoğrafı.
Ben bu ev hanımlarının Slr makine hevesini iphone görgüsüzlüğüyle birlikte görüyorum genelde. Be kadın, sen evden işe mi bakıcan, maillerine mi bakıcan, uzaktaki bilgisayarına mı bağlanıcan ( en uzak bilgisayarın yan odadaki çünkü ) , borsayı mı takip edicen nedir olay ?
Slr merakı da böyle birşey. Kocası alınca kadının değeri de artıyor eşe dosta hava yapıyor, halbuki fotoğrafçı mı oldun arkadaş, makineyi kullanmayı bilmezler verirler kendilerini fotoşopa, e öyle fotoyu ben telefonumla çekerim.
 Bu kadınların arkadaş meclisinde hava yapma merakı beni öldürecek.

16 Mayıs 2010 Pazar

Barınak




Geçen cumartesi Yedikule Hayvan Barınağı'na gittik Uzi ile. İçeri giremedik çünkü trafik yüzünden geç kaldık, tam ziyaret saati bitmek üzereyken vardık. Barınak ziyareti 15:00'da bitiyor çünkü 15:30'da barınaktaki hayvanlara yemek veriliyor ve o saatte hayvanlar huysuz ve sahiplenici olabiliyorlar.O yüzden ziyaret edeceklerin bu saatlere dikkat etmesi gerekiyor.
Daha barınağın yoluna girer girmez bir sürü köpek karşılıyor sizi üstünüze koşarak. Hemen bir kaç tanesi gelip bacağınıza yaslanıyor hatta hemen sahipleniyor sizi, aracınızın tekerleğini de işeyerek bir güzel mimliyorlar .Yemek saatinde giderseniz zaten 24 saatte bir yemek yiyebilen hayvancağızların haklı protestosuna maruz kalırsınız. İçerde olanların yanı sıra kapının önünde duran serbest köpeklere de belli aralıklarla yemek veriliyor ve yemek verildiği an hırlaşma diş gösterme başlıyor. Güçlü olan yiyebiliyor zayıf ve korkak olan bir iki yalamalık alabiliyor ancak. O zaman insan keşke diyor, keşke yardımlar destekler sürekli olsa da her havyana ayrı kap, bol yemek olabilse.Barınağın her gün yardıma ihtiyacı var.Çünkü 2000 sayısını geçmiş şu an köpeklerin sayısı. Her gün yemek, yerlerinini temizlenmesi için malzemeler, gazete, hastalar için ayrı mama , tedavisi için ilaçlar, hatta steril eldiven , pamuk, gazlı bez...Bir kez gidip bırakmamalı insan. oradaki hayvanların terk edilmişlikleri zaten üzücü, bir de barınağı gidip görenler bir daha yardım yapmazsa ne farkları kalır terk eden hayvan sahiplerinden.
Barınak çıkışında aklım o hayvanlarda kaldı. Ne kadar yardım yapılsa az çünkü bir sürü hayvan var muhtaç olan. O açlıklarından huysuzlanmaları, normalde kuzu kuzu geçinirken yemek verilince diş göstermeleri kavga etmeleri. Çok üzüldüm çok.
Uyarı not: Barınak ziyaretini asla motosikletle yapmayınız. köpeklerin motosiklete ne kadar tepki gösterdiği, bacaktan bir makas alma tecrübesiyle sabittir.

13 Mayıs 2010 Perşembe

Biri beni durdursun !


Önceden, sadece bir şeye ihtiyacım olduğu zaman alışverişe gider, alacağımı alır çıkardım. Hatta bazen üşengeçlikten bişey almazdım.
Ne olduysa, D&R' ın internet sitesinden çok uygun fiyata, üstelik de kapıma servis kitap alabileceğimi öğrendikten sonra oldu. D&R'dan sonra Limango'yu, sonra Markafoni'yi , sonra Trendyol'u keşfettim. Gitti- gidiyor'dan kendime kitap, Lush'ın internet sitesinden arkadaşlarıma hediyeler aldım . Ve bir baktım kredi kartımın limiti son kuruşuna kadar dolmuş ! İnternet başında birşeyler satın almak o kadar zevkli ki her gün illa o sitelere bakılacak, yeni ne gelmişse gözden geçirilecek ve illa birşey alınacak! Ben tüketim bağımlısı oldum yahu !
Gerçi Markafoni'den şikiayetçiyim. Asla ürünü zamanında göndermez, mail attığınızda dalga geçer gibi kopyala yapıştır cevaplar yollar, ısrarla bilgi istediğinizde yine aynı maili atar ama olsun.
Alışveriş merkezlerinden nefret ettiğim için kendime bahaneler yaratıp alışverişe gitmezken, şimdi aslında çok da gerekli olmayan bir sürü eşyam oldu.
Kredi kartı batağına girip de "dünya kadar kart borcumuz var" diyenlere hep içten içe gülerdim ama demek oluyormuş arkadaş.
Bir yıl falan ellemem artık herhalde.

11 Mayıs 2010 Salı

Sendrom

Göksel niye tekrar nostalji albümü yapıyor ki? Niye böyle eski şarkıları söylerler ki yeniden? Zaten eski şarkıları dinlemek istesem Göksel'in o sümük gibi ağdalı titrek sesinden niye dinleyeyim ki. Açarım şarkıyı ilk söyleyenlerden dinlerim arkadaş. Önceden Muazzez Ersoy yapardı böyle , en son Nostalji 7800'ü çıkarmıştı galiba. Şimdi Göksel çıktı başıma.
Hala tek şarkı söyleyen tipler de var. Mesela Erol Evgin. O maket saçları, yanık teni ile onbin yıldır "İştee öyle birşeeeyyy..." Mesela Gönül Yazar... Diyecektim kii ne yazık ki kendisi de yeni albüm yapmış duyduğuma göre. O halde başka örneklerle devam edelim. Mesela Berkant. Yüz yıldır Samanyolu aşağı Samanyolu yukarı. Breh breh!
Bu yemekteyiz adlı programa katılanların ağzını burnunu kırmak istiyorum.
Ağız burun kırmak derken, bu sabah evden çıkacakken apartmandan bağırış çağırış sesleri geldi. Delikten bir baktım çapraz dairedeki yeni taşınan kadından geliyor ses, kadın da kapımızda. Açtım kapıyı, ağzı burnu kan içinde. Kocası çakmış yumruğu. Kadın avaz avaz ağlıyor bağırıyor. Burnu yamulmuş kadının. Kan revan her yer. Herkes ayaklandı falan. Sonuç: Polis geldi, karı koca birbirlerinden şikayetçi olmadılar, bir sorun yok dediler, evlerine tıpış tıpış döndüler. Hayret verici bir olay. Bütün gün düşündürdü bu olay beni.
Yolun ortasına dörtlüleri yakıp duran arabalar yüzünden trafik tıkanıyor ya, o an otobüsten inip arabayı boydan boya yırtmak istiyorum, sahibini de benzin döküp ateşe vermek...
Markafoni'ye de kıl olmaya başladım. Asla ama asla yazıldığı tarihte ürünüm gelmiyor. Kampanya bitiminden itibaren 7 gün içinde diyor ya. Hah ne 7 günü en az 10 gün sonra geliyor. Bununla da bitmiyor, Yurtiçi Kargo da sağolsun o da 3 gün tutuyor kargoyu, anca telefon açıyorum aloğğ nerde kaldı paketim diyorum o gün getiriyorlar. Kimse işini düzgün yapmıyor delireceğim.
Bende bir uyuzluk hali vuku buldu sıcak havalarla birlikte.
Malum p.m.s işte daha ne olsun. Cinnetin diğer adı.

7 Mayıs 2010 Cuma

Bu haftasonu


Bu anne ile yavrusu şu an barınakta geçici bir süre ile kalıyor ve eğer anne ile minik yavruyu yani ikisini de sahiplenen olmazsa sokaklara dönecekler.


Adı yok, cinsi terrier, hani şu petshoplardan yüzlerce euro para bayılarak alınmışlardan. Trafik kazası geçirmiş bacak kemiği paramparça. Şokta, öyle şokta ki sağlam bacağına bile tepki veremiyor.Bu yavrunun üzerinden araba geçmiş, yuva arıyor.


Bu boxer cinsi köpeğin önce kulakları kesiliyor, sonra da kulübeye bağlanıp aç ve susuz unutuluyor. Şu an barınakta , çok zayıflamış.Bu cengaverin adı Watman imiş. Ne yazık ki kolunun üstünden tren geçmiş ve kolu kopmuş. Şu an tedavi görmekte.

Saatlerdir Yedikule hayvan barınağının sayfasında dolanıyorum. Dolandıkça küfrediyorum, dolandıkça hayret ediyorum.
Bazı insanların hayattaki misyonu diğerlerinden başkadır. Tıpkı Yedikule hayvan barınağının kurucusu Meral Olcay gibi. İyi kalpli ve fedakar bu kadın sayesinde şu an 2000'den fazla köpek orada yaşamını sürdürmekte, sevgi ve şefkat görmekte.
Ama ne yazık ki orası barınak ve ancak gönüllü çabalarıyla ayakta kalıyor.
Bir sürü yavru var, felçli hayvan, kediler, tedavisi sürenler, yuva arayanlar, travma yaşayanlar...
İnsanoğlu çok bencil.
Sevgi ve şefkati sadece çocuklarınıza gösterip insan dışındaki canlıları yok saymayın. "Anne olunca hayata daha şöyle bakıyorum böyle bakıyorum" diyorlar ya, ona da inanmıyorum. "Ayy kedi köpek istemem pis hayvanlar." ," Ayy çek köpeğini " diye yaygara koparanlar mı şefkat yumağı hadi canım.
Alerjiniz olabilir, evinizde kıl tüy de istemiyor olabilirsiniz, sabah çıkıp eve akşamın köründe de dönüyor olabilirsiniz. Ama bunlar bile bahane değil. Çünkü barınağın hamilik hizmeti de var. Bir hayvanın hamisi yani koruyucusu oluyorsunuz, onun masraflarını üstleniyorsunuz, ziyaret ediyorsunuz, hatta gezdirebiliyorsunuz bile. Böylece felçli, sakat hayvanlara da yardım edebilme imkanınız oluyor.
Bu haftasonu, çocuklarınızı alışveriş merkezine götürüp saatlerinizi aylaklıkla geçirmek yerine atlayın arabanıza, girin bir markete, süttür, makarnadır, ekmektir bebe bisküvisidir atın alışveriş arabasına.
Evinizde kullanmadığnız giysilerinizi, birikmiş gazeteleri, kullanmadığınız halıları kilimleri de bir güzel koyun bagaja.
Doğru en yakın barınağa gidin.
Sadece aldıklarını verip, iki sevip gitmeyin. Gitmişken işe de yarayın, yuvaları temizleyin, mamalarını sularını tazeleyin.
Bir gün işimden emekli olup elimi eteğimi işsel mevzulardan çektiğimde herhalde ben de hayvansevmezlerin "deli karı" gözüyle baktığı kedi-köpek besleyen bir kadın olacağım.

5 Mayıs 2010 Çarşamba

Bu seneki dileklerimiz hazır, haydi Hızır!

Yıllar önce ben ilkokuldayken, hıdrellez ateşi yakılmıştı her zamanki gibi mahallemizde. Ateşin en harlı zamanında abiler atlardı, alçaldığında da bi küçükler atlardık, sönmeye yüz tutunca da küllerine patates gömerdik.
O akşam da ateşin harlı zamanında abiler atlarken, ateşin önünden karşıya geçmek isterken bin kiloluk bir arkadaşım bana çarpmıştı ve ateşin içine uçmuştum. Saçlarım kirpiklerim yanmakla kalmamış, ateşin içine atılıp erimiş lastik bir top da elime yapışmıştı. Hala izi durur.
Hızır (a.s) ve İlyas (a.s) , Ab-ı hayat 'ı içerek ölümsüzlüğe ulaşmış , her yıl baharla birlikte gül ağacının altında buluşarak insanların dileklerini iletirler. Ayrıca Hızır(a.s) aynı zamanda bolluk bereket dağıtan ,temiz kalpli , insanlara yardım eden kişidir. "Hızır gibi yetişti" cümlesi de buradan gelir.
Bu akşam, biz de arkadaşlarla soluğu Ahırkapı'da aldık. Rengarenk etkinlik alanı, Romanlar, dilek ağaçları, müzik, bol kahkaha , yoğun kalabalık derken işyerindekilerin de dilekleri dahil olmak üzere cebime doldurduğum bir koca avuç dileği bulduğum gül ağacının dibine gömüverdim. Bir adet de kendi özel dileğimin de resmini yapıp dilek ağacına çaupt yapıp astım.
Keramet kulda değil yaradanda elbet. Bizimkisi arkadaşlarla sohbet muhabbet.


foto

3 Mayıs 2010 Pazartesi

Bikiniler çıksın haydi eller hayava !


Yazlıklar çıktı hayırlı uğurlu olsun. Şu an yazlık elbisem var üstümde hatta. Biraz üşüyorum ama olsun. (Böyle diye diye hasta oluyorum işte. )
Annem döndü , bir hafta burada kalıp yine gidecek. Ben de bu sebep evime döndüm itimle. İt evini özlemiş. Ben Uzi'mi özlemişim. Dün gece uyuyamadım kendi yatağımda yahu hayret bir şey.
Tatil planımız tamam. Her şey yolunda giderse Temmuz'un son haftası yolculuk var. Beklemesi bile zevkli ooh.
İş değiştireceğim Ağustos ayında haydi bakalım. Yeni bir iş ne olursa olsun heyecan verici.
Mayıs ayı geldi hoş geldi. Havalar ısındı, tişörtler çıktı meydannee yazlıklar birbirinden şahane. Laf aramızda kışlık kıyafetleri hiç beğenmiyorum. Kışın hiç birşey beğenip alamam. Kalın kazaklar, pantolonlar, yünler vs. hiç bana göre değil. Zaten boğazıma yünlü veya değil hiç bir giysi değmemeli bir de kışın o ağır buğur kazaklar fenalık getiriyor insana.
Mamafih, hüsran! Kilo almakla kalmamışım ben kışın , vücudum da kiloma uyum sağlamak için kendinde yuvarlaklaşmış, genişlemiş. Hey Allah'ım, neden alınan kilolar Kim Kardashian orantısıyla vücuda dağılmaz da (!) üst taraf ince alt tarafa doğru büyüyen bir şekilde dağılır?
Hey Ayşegül hey! Yıllarca "bana bişey olmaz yaa" deyip değişmez 47-48 olan kiloma aldanıp ayı gibi yersem olurum 1 senede 51 kg! Porsiyonlarımı küçülttüm. Şimdi hiç bana "aa seninki de kilo mu ayol" demeyin her bünyenin kendine fazla gelen bir durumu vardır. Ben minyonum bana fazla geliyor. Bu kiloyu aşmazsam mis gibi.
Şimdi böyle yazıyorum ya kendime çok yüzeysel geldim. Yine de okuycular için yapacğaım bir şey yok. Beğenmeyen küçük oğluna almasın.


not: Yukardaki foto, Nensi itimin 2010 ilkbahar-yaz kreasyonudur. Kendisi tıraş oldu. O bile yazlık moda girdi, zayıfladı :p
Şapşal duruşuna bakmayın, kendisi narkozluydu .