25 Ağustos 2010 Çarşamba

24 Ağustos 2010 Salı

Çanakkale yardım bekliyor



Şu fotoğraflara bakıp duyarsız kalabilirmisiniz? Beni okuyan anne bloggerlar da vardır mutlaka. Anne olup da yavrularına yemek bulamayan perişen haldeki bu anne köpeğe üzülmeyen var mıdır? Çanakkale -Biga'daki barınak destek bekliyor. Koşullarının iyileştirilmesi için Yaşam Hakkına Saygı derneği imza topluyor. Bir dakikanızı bile almaz.
Çanakkale civarında olanlar varsa da bir paket makarna, ilaç veya süt , mama götüremezler mi gerçekten?
Hayır, insanlığın ölmediğine inanmak istiyorum sadece.

16 Ağustos 2010 Pazartesi

İt huyu


Saçma bir huy çıkarttı. Annem evden dışarı çıkar çıkmaz, kapı kapandığı gibi banyoya koşup kirli sepetindeki annemin bir eşyasını alıp odaya getiriyor.

Eşyayı mindere koyup kendisi de onu görebileceği bir yere yatıyor.
Al işte daha demin annem çıktı, hemen banyoya koştu, sepete ulaşamadığı için önüne oturdu bekliyor.

Hayır kıskandığım yok ta ben evden çıkınca niye benim yatağımı bozuyor da annemin eşyasını alıyor.
Salak.

not: Fotolar Nensi hanım ile pek sevgili oyuncağı Papi'ye aittir. Kendisi ekseriyetle Papi ile takılır. Bu beyaz Papi, bir de siyah Papi'si var :D

13 Ağustos 2010 Cuma

Yeni bir iş

Kpss sınav sonuçları binbir nazla niyazla 11 Ağustos'da saat 14:00'da açıklandı. Ama ösym'nin boktan sitesi çöktüğü için ben sonuçları 5'e doğru alabildim. 52 Puan almışım efenim. Eh tabi çalışmadan öylesine girince bu kadar oluyor. Gerçi geçen atamalarda taban puanı 45 idi,tek umudum o. Okulönceciler olarak bu sene yırttık yırttık. Kpss'de iyi puan almak için kurslara giden, iyi bir yere atanamayanlar bana kızmasın. Ben normalde girmek istemiyordum. Ama okulöncesi zorunlu olduğu için bizim bölümün puanları inanılmaz düştü. 57 puan il e atanan arkadaşlarım var. Ben de ısrarlara dayanamyıp "bir bakim bakim ne olacak" diye girdim. Atanırsam üzgünüm ama suç sınav sisteminin. Sen lise ve üniversitede senelerce matematik coğrafya görmemiş okulöncecilerle, inşaat mühendisidir matematikçidir aynı sınava sokarsan olacağı budur.
Ben de atanmama ihtimalime karşı ne olur ne olmaz diye kendime iş buldum. Pazartesi başlıyorum.
İçime çok sinen , evime tek minibüs mesafesi ,öğrencisi az , genç ve güzel insanların çalıştığı yer. Şükürler olsun ki sonund ahaftasonu bana kalıyor, sadece haftada 5 gün çalışacağım. Oh la laa.
Bu arada bir işe girerken yaptığın masrafların da işyeri tarafından karşılanmasını talep ediyorum efendim! Bugün yollara düştüm. İkametgah ve meşguliyet belgesine 8 tl, sağlık raporuna (o da ayrı bomba, adam beni görür görmez turp gibi olduğumu kanaat getirip mührü bastı)  5tl, sabıka kaydına 5 tl , veee en son olay noter tasdikli diploma fotokopisi taam 27,5 tl ! Mübarek papirüse yazılıyor sanki. Noterin kendisi bile ortada yoktu, para veriyoruz bari karşılığını görelim dedik ama peeh. Makbuzda değerli kağıt yazıyor. Bok değerli, bildiğin A4, Diğer kağıt topundan alırken gördüm bir kere seni. Nesi değerli bilemediğim kağıt parçası zırvalığına bu parayı verip de noterlere sayıp söverken iş yerime gidip evbraklarımı teslim ettim. Ohh bee demiyorum çünkü daha bir belgem eksikmiş, sonradan aklına geldi yeni müdürmün. Yarın sabahın köründe o belgeyi alıp işyerime vereceğim. Of ya of, develt dairelerinden nefret ediyorum. Ya millet resmen yayıyor, geviş getiriyor, sohbet ediyor, işini yapan insan o kadar az ki. Bugün sabıka kaydı almaya gidince 2 bölme olmasına rağmen teki çalışıyordu. Bankonun arkadaşında da 3 kişi sohbet ediyordu. Sonunda kuyruk olduğunu gören sohbetsever memurumuz kendi bölmesine bi 10 dk .sonra geçti de sıradan aldı. Vatandaş orda beklemiş etmiş ona ne, ay sonunda maaşı yatıyor, performansı mı ölçülüyor kovulma korkusu mu var peeeeeeeeh !
Memur zihniyeti bu ya, şimdi ben de mi öyle olacağım.
Öğretmenleri de öyle çünkü. Sınıfı stajyere bırakıp giden öğretmenler, bütün gün mutfakta lak lak yapan öğretmenler, müdürler. Görelim bakalım.

12 Ağustos 2010 Perşembe

Ehh veletler nedir sizden çektiğimiz be !


Yani bazen kafayı yiyorum, sonra kendime hakim olmaya çalışıyorum. Yahu bana ne bana ne ! Mmeleketin veletlerinin tasası sana mı düştü diyorum, çat diye bloglar arası dolaşırken çocuğunu (evet çocuk artık bebek değil) , 2,5 yaşına gelmiş çocuğunu emzirmeye devam etmek isteyen kadına rastlıyorum. Pes ! Hayda sana ne be diyorum geçiyorum bu sefer tatilde tura katılmış bir aile görüyorum. 4 Yaşlarında bir çocuk. Her boka ama her boka ağlayarak tepki veriyor. Yemek zamanı mesela aynı masaya denk geliyoruz talihsizlik işte, çocuk bok var gibi huysuzluk ediyor. Fanta istiyormuş. Annesi de elinde bir çatal ağzına yemek tıkıştırıyor. Yemek yemeden Fanta yok diyor. Sanki yemek yese de iyi bişey Fanta. ama anne dediğini yapmıyor yoo, velet anırıyor annesi de hemen Fanta aldırıyor babaya. Ha baba mı? İlgisiz mahlukat, bir asalak. Doldurmuş tabağını dünya umurunda değil yemek yiyor. Çocuklarla ilgisi yok. Katiyen. Hatta biraz çocukla ilgili bişeyler deseniz "Aaa hangi çocuk, benim çocuğum yok ki" diyecek.
Tatilde aile davranışlarını gözlemlemek için çok fırsatım oldu. Kusura bakmayın ama yeni nesil anneliğin babalığın içi çürümüş kokuşmuş! Valla gözüm korktu. Evlilik aşkı öldürmez, aşkı çocuk öldürür, ben bunu gördüm !  Ne sabah kahvaltısında ne akşam yemeklerinde ne de denizde huzur , rahat vardı. Havuz başında yemek savaşları ! Anneler ellerinde tabak çocuk peşinde. Çocuğunun  burnunu kapatıp yemeği tıkan, çocuğunu cimciren, boş tehditler savuran. Ehhh be! diye kendimi odaya zor attım. Sonunda safaride de bizim arabaya çocuklu bir aile binince anladım ki ben çocuk sevmiyorum. Korkuyorum şimdi ne bok çıkartacaklar diye. Ablamın arkadaşının bir kızı var, bana göre hain pis bakışlı kötü kalpli bir kız, ama annesine gör çok duygusal. BOK! Her yaramaz çok duygusal bak seen. Ece'nin oyuncaklarınının içine eden, her şeyini kıskanan benim dimi.
Kendi çocuğun olunca bikbiklenmesine başlamayın hiç. Yeğenim de çocuk, Ebru'nun Rimoş'u da, arkadaşımın yeğeni Kerem de çocuk. Ama çocuk. ÇOCUK yani. Azman değil.
Otobüse minibüse binerim, yanıma çocuklu biri bindi mi eyvah! Ya çocuk ayaklarını üstüme sürer, ya kusar, ya kafamı şişirir ya bok var gibi azar. Abi biz de çocuktuk ama annemin tek bakışıyla -ki o saniyelik bakış bize çok şey ifade ederdi, kendime gelirdim. Ruh hastası da olmadım çok şükür, özgüvenim de domuz gibi !
En son Nancy ile dolaşırken delirdim sanırım. Öyle olmuş olmalı yani. İtimi almış, taksiyle gittiğim yerden yürüyerek dönelim hem it de yürümüş enerjisini atmış olur diye düşünüp kendimizi yollara vurup kaybolmuştuk.
Bir mahalleye girdik. 3-4 Çocuk oynuyor. Anneleri de kenarda oturuyor. Çocuk geldi.
- Adı ne?
(Elinin körü ne yapıcaksın adını.)
-Nensi.
-Isırır mı?
- Çok sıcak ya hava rahatsız olmuştur ısırır.
(Nensi bu, başka çocuğu ısırmışlığı yoktur ama hava çok sıcak , hayvan da kıçından sluyor ne olur ne olmaz)
Ama yoooooooooooooook çocuk laftan anlamıyor. Kulağını sıkıyor, sırtını sıkıyor .
-Yapma öyle ısırır.
- Gel neysiiğ neysiğğğ.
 (Baktım "Neysi" ufaktan kaçmalar yapıyor, veledin annesi oralı değil çocuğu elimle tuttum "yapma " dedim.)
Vay sen misin öyle yapan. Anası çocuğu ellemiş değil de sanki doğrayıp tabakla Nensi'ye sunmuşum gibi bir bağırmak. Ulan bıraksaydım da ısırsaydı veledini. Önce hayvan sevgisi öğretin nasıl sevileceğini öğretin.
La havle yaaaaaaaaaaa.


Alakalı linkler:  http://puck-robin.blogspot.com/2010/03/cocuk-sahibi-olmamak-icin-30-neden.html  http://puck-robin.blogspot.com/2009/03/cocuk-meselesi.html
http://primarima.blogspot.com/2010/08/sizin-cocuk-hangi-turden.html

9 Ağustos 2010 Pazartesi

Kapalıyız

Şu Kpss sonuçları açıklanana kadar...
Sıcaklar bitip de rahat bir uyku uyuyana kadar...
İş durumum belli olana kadar...
Evde , kitap okuyorum, film izliyorum, oyun oynuyorum, tv izliyorum, itimi gezdiriyorum, öğleden sonra kestirmesi yapıyorum. Kısacası, kışın, çalışırken yapamadığım ne varsa yapıyorum. Doyasıya...
Bu durum bitene kadar...
Kapalıyız.

3 Ağustos 2010 Salı

Dostlarımız için destek

Gazeteci Tuna ARMAN, bizim haberlerde görüp bela okuyup geçtiğimiz haberlere sonunda isyan etmiş ve bunu bir eyleme dönüştürmüş.
O'nu desteklemek için biz bloggerların da yardımı gerekiyor. Neticede bir sürü okura ulaşabiliyoruz ve kendimizce bir kamuoyu yaratabiliriz. Ben bu eylemi destekliyorum ve sayfamdan duyuruyorum. Lütfen desteğinizi esirgemeyiniz.
www.dostlarimizicin.com

2 Ağustos 2010 Pazartesi

Saklıkent - Kayaköy Son Gün

Saklıkent turumuz için sabahın köründe kalktık. Ya bu turlar, oteldeki kahvaltılar falan neden sabahın köründe olur ki. Hayır yani ben otel işletsem kahvaltı 8-11 arası olur. İnsan uyumak ister. Ayrıca açık büfe olan yerde kahvaltı mı kalıyor sanki. Millet kıtlıktan çıkmış gibi saldırıyor. Azcık geç kalksan her şey bitmiş oluyor. Kahvaltı yemek falan bittikçe doldurulmalı ki herkes yiyebilsin. Bir de ben açık büfe olan yerlerde yemek yiyemem pek. Midem bulanır. Yağından mıdır nedir bilmem ama içim kalkar.
Neyse, sabahın köründe atladık jeeplere . Bu arada jeep safariye çıkacak olanlara not; elektronik eşyalarınızı su geçirmez kılıflara koyun çünkü yol boyu su şakası yapıyorlar. Yani köylerden falan geçerken çoluk çocuk amcalar falan üzerinize hortumla su sıkıyor. Ben gün boyu kuru kalmadım diyebilirim.
Üst fotodaki yer ilk durağımız Tlos . Likya birliğinin en güçlü şehirlerinden olan Tlos'un içine giremedik çünkü grubumuz kalabalıktı ve girip çıkmak zaman alacaktı. Bana kalsa tavaf ederdim ama bana kalmadı.



İkinci durak Yakapark. Her yer su, her bir noktadan buzz gibi sular fışkırıyor. Üfürükten prenses yazmıştı burada bir havuz var, uzun süre durana yemek içecek falan bedava. Ama durmak kolay değil. Ben bir şelalenin altına girdim mesela ve anında beynim dondu. Orada aynı zamanda bir barın kenarında alabalıklar vardı. Turist efendiler eğleşsin diye koymuşlar garipleri daracık yere. Millet elleyip duruyordu. Ben bir tanesini gördüm ölmek üzereydi. Küfür ettim içimden .


Saklıkent kanyonu çok güzeldi. İnanılmaz soğuk bir suya giriyorsunuz önce. Akıntı muazzam. Yanınıa ayağınızdan çıkmayacak bir deniz ayakkabısı veya sandalet almanızı öneririm. Nice yiğitler parmakarası terliklerini akıntıda bıraktılar çünkü.
Akıntıyı geçince su azalıyor ve çamurlaşıyor. Kanyon boyunca gitmenizi öneririm. Kanyonun duvarlarının dibinden çıkan suları görüp şaşıracaksınız. Biz hayran kaldık.


Saklıkent'teki geziden sonra oradaki restoranda soluklanmamak ayıp. Su üstündeki yerlerde mutlaka oturulmalı ve ayaklar sarkıtılıp çay içilmeli. Su epey soğuk, akıntı epey güçlü. Ama bir kaç dakika sonra ayağınız alışıyor soğuğa.


Vee ertesi sabah zar zor yataktan söküldük. Zira bir gün önce saklıkent'te yorgunluktan gebermiştik. Motor kiralayıp köy kahvaltısı yapmak için ver elini Kayaköy dedik yeniden. Yukarıdaki fotoda Gemiler Koyu'nu görüyorsunuz. Biz orada denize girdik. Yolu çok virajlı ve tehlikeli. Yavaş gitmeniz önerilir. Ama arabayla gidecekseniz mutlaka camları açın ve mis çam kokusunu içinize çekin.


Ahh işte kahvaltımız. Kişi başı 10 Tl vererek patlayana kadar doyduk. Kayaköy'deki İstanbul Restaurant bizi ihya etti. Ağaçların altında, çardaklarda yayıldık ve kahvaltılarımızı lüplettik. İsteyene havuzu da var. Öyle lüks bir yer değil , havuz deyince aklınıza öyle bir yer gelmesin, oradaki çoğu işletmede havuz var.

Bütün gün Gemiler Koyu'nda denize girdik, hayatımda ilk kez gölgede şezlongda uyuyakaldım.
Kitabımı yarıladım. Açlık Oyunları adlı kitabı okuyorum. Çok beğendim, ikincisini de aldım ama henüz üçüncüsü çıkmamış. Şimdiden tasası düştü...

Kısacası çok güzel bir tatil geçirdik Uzi ile. Aşkımıza aşk kattık. Özellikle de uçağı kaçırdğımız son gün oradaki en güzel günümüzü geçirdik.
Fethiye ve Ölüdeniz pek güzel değil. Çok pahalı, İngiliz sömürgesi gibi bir hal almış. Hele akşamları Hisarönü ve barlar sokağı turist çekmek için sokaklara ve bar tepesine tünemiş apaçilerle dolu, zavallıca geldi bana. O tarz bir eğlence sevmediğim içindir belki bilmem. Benim sevdiğim denizi oldu, nemsiz havası oldu, gezilecek bir ton yeri oldu,tarihi oldu, istersen sakin istersen harala gürele yapabilme özelliği oldu. Yine fırsatım olsun yine giderim.
Tatil güzel, iyi , ala da şu İstanbul'a adımımı attığım an üzerime yapışan sıcağı, gürültüsünü hiç özlememişim. Sersem gibi dolaştım geldiğimden beri. Baş dönmesi, halsizlik, mide bulantısı...
İstanbul, seni hiç özlememişim...