29 Nisan 2009 Çarşamba



İnternette sorun var. Faturası yatmış ancak adsl hattı yok, telefondan da ses gelmiyor hiç. Daha önce 3 numaranın gelini kabloları kopartmıştı sinirlenip yine öyle bir şeye kurban gitti bizim hatlar. Bugün halledeceklermiş. Ben de kaldım netsiz. İş yerinde yoğunluk feci. Mayıs ayında çılgınlar gibi çalışacağız.


Cumartesi liseden arkadaşlarımla görüştüm. Tam 7 yıl sonra onları görmek çok tuhaftı. Evlenen, çocuğu olan, hamile olan, sevgilisi (umudu) olmayan, umudu olmadığını sandığımız halde umutlanan. Çok istekli değildim ama gidince de doyamadım onlarla olmaya.
Spora başladım. Dün spor salonuna gittim, bilgi almak için, bilgi almışken kayıt oldum, kayıt olmuşken akşam aletli çalışmaya katıldım, katılmışken bu akşamki aerobiğe de kaydoldum. Oradakilerin hepsi senin burada ne işin var bakışları attılar bana. Sağlık için ?! Daha fit olmak için?! Yaz geliyor, çok iştahlıyım öküz gibi yiyorum sonumu iyi görmüyorum?! 1,5 saat çalıştım orada. Canım çıktı. Bir ara gözlerimin önünde şimşekler çaktı, ağlayacaktım. Ne zor işmiş arkadaş. Hocanın da hiç insafı yok. Ben mindere oturmuşum 2 dk soluklanayım diye. Hemen geldi iç-dış bacak çalışmaya verdi 4 x 8 dedi 4x10 da olur dedi yuh dedim içimden adama bak . Full metal jacket filmindeki komutan gibiydi. Alt tarafı 15 dk kondüsyon bisikletinde çalıştıktan sonra indiğimde başım döndü resmen. Ben de kendimi çevik, güçlü biri zannederdim. Bir ara kalbim gözümde atmaya başlayınca mola vermek zorunda kaldım.
Anladım ki dünyanın en zor şeylerinden biri kilo vermek. Ben sağlıklı olmak için vs oradaydım ama oradaki kolları muhallebi kıvamına gelmiş, barfiks çekerken göbeği tişörtünden fırlamış, bisikletin selesinden poposu taşmış kan ter içinde çalışanları görünce ne yalan söyleyeyim halime şükrettim. Çılgınlar gibi yemek yiyip spora gidip, koşu bandında 15 dk yürüyüp-koşup sadece 70 kalori yaktığımı görünce anladım kilo vermek çok zor iş.

Hayatımın bu evresine uyum adını verdim. Kendime dönmeye karar verdim. Anladım ki bunca zaman dışardaki dünyayla mücadele etmiş, sonunda huysuz, hırçın, korkak, öfkeli biri olmuşum. Önce kendimi tanımam-düzeltmem gerektiğine karar verdim. Değiştirmek değil zira neysem oyum esasında. Ama her zaman yolculuk olarak gördüğüm hayatımda güzel bir yola girdiğimi anlıyorum şimdi. İnanıyorum ki insan en iyi dostu, düşmanı, komiği, üzüntüsü, tembeli, acımasızı kendisi. Herkesin içinde iyi, dürüst, güzellik olduğu kadar acımasızlık, nefret, öfke, kıskançlık var. Kimisi bu yönlerini yenebiliyor ve başka tarafları ağır basıyor kimisi orada kalıyor. Ancak çok az insan kendi özüne ulaşabiliyor .İnsanlar kendilerini değiştiremeyeceklerini öğrendikleri andan itibaren içlerindekini dışarı yöneltiyorlar ve bir yol arıyorlar. Ön yargılar, eleştiriler, etiketler, millet ne der düşüncesi yüzünden samimiyetsizlik paçalarımızdan akıyor. Ben kendi özümde yapabileceğim şeyleri düşünmeye başladım. Daha dingin, daha uyumlu olmaya adım attım.
Bu yolculukta başıme gelebilecek şeyleri sabırsızlıkla bekliyorum.

23 Nisan 2009 Perşembe

Değişik

Günlerdir Elif Şafak'ın "Aşk" adlı kitabını okuyorum. Çok uzun zamandır bir kitaptan böyle etkilenmemiştim. Kitabın her bir satırı altı çizilecek nitelikte. Çok etkileyici. Bununla ilgili bir yazı yazacağım bir ara ama şimdi değil...
Üzgünüm, durgunum...
Hayatın bambaşka bir tarafındayım artık. Daha olgun, daha "büyük" olmam gereken bir dönemimdeyim artık. İçimden bu kez de öyle olursa korkusunu atmak istiyorum. Her yüzüm ekşidiğinde o anlara geri dönmek istemiyorum. 6 ay önce inancım sarsıldı benim. Yıkmadı ama sarstı epey. Bir daha asla derken ,çook uzun bir süre için vazgeçmişken ,mutsuzluğuma dalmışken yeniden buldu beni "Aşk". Bazen hayatımda bir lanet gibi bir şey olduğunu ve güzel olan her şeyi tek tek kaybedeceğimi, bir gün yaşlı, yalnız ve mutsuz öleceğimi düşünüp korkarım. Babamı kaybettikten sonra annemi kaybetmekten korkuyorum, O'nu kaybettikten sonra da mutluluğu kaybettiğimi düşünmüştüm. İşte demiştim lanet yerini buldu. Ama öyle olmadı. Yeniden güneş doğdu hayatıma. Şimdi kendimi yeniden tanıyor, yeniden dinliyor ve anlıyorum.
Ama o korkuyu atamıyorum. Bir aksilikte koşup yorganımın altına girip susmak istiyorum. Ben susuyorum. Hem de ben! Önce konuşup sonra susan ben, artık önce susup sonra konuşuyorum. Öyle olmalıymış öğrendim.
Yine hava bulutlanıyor bazen, yine yağmur yağıyor ama güneş açtığında yağmurun serinliği üstümden gitmiyor kolay kolay. Kaybı biliyorum çünkü, ölüm gibi olmasa da yakından tanıyorum. O zamanlar umutsuzluğa kapılıyorum ama tuhaftır mücadele edemiyorum, etmekten bunalmışım çünkü hem de çok. Çenem, beynim kalbim yorgun düşmüş bunlara artık çünkü...
Ama..
Ama yağmurdan sonrası mis gibi toprak kokusudur dimi. Yağmur berekettir...
Kendi kendimi üzdüm bu akşam.
Her zamaki gibi...

20 Nisan 2009 Pazartesi

Tatile son 3 gün


Yandaki müziği değiştirdim Slumdog millionaire filminin soundtrack albümünden seçtim. İzleyenler bilir filmin başındaki şarkı.
Cumartesi eğreltiotugillerle buluştuk efenim. ( Eğrelti bir tane düzgün fotomuz yok yahu mutlaka hepsinde birimiz tuhaf çıkmışız :) en düzgünü bu .)
Geldik Uzay'la buluşacağımız yere, beklerken arkadan gözlerim kapandı. Döndüm bizim eğrelti. Ya ne ilginç aslında çünkü bin senedir tanıyor gibiyim. Çok sıcak, efenim gülmeceli, dedikodulu bir akşam geçirdik. Daha nicelerine. Damla "Bizi çok seveceksiniz" derken haklıymış .


23-24-25 Nisan tatiliz biz. Böyle uzun bir tatil verdiler misler gibi. 27 sinde tekrar işe döneceğiz. Bu da bir şeydir neticede.
Lost'un yeni bölümünü daha yeni indirdim. İzlemeye gidiyorum...

15 Nisan 2009 Çarşamba

Son olanlar

Aslında ne planlandlığını gayet iyi anlıyoruz. Neden bazı özellikleri, siyasi ve sosyal duruşları ile ortaya çıkmış insanların gözaltına alındığını, sorgulandığını, evlerinin arandığını gayet iyi anlıyoruz. En son Melih Gökçek'e haddini bildirmiş Uğur Dündar'ın bile adının geçtiği bir soruşturmadan söz ediyoruz. Türkan Saylan'ın bile evinin arandığı , derneğin arandığı, binlerce öğrencinin burslarına ait belgelerin de kopyasının dahi bırakılmadan el konulduğu bir soruşturma bir operasyon. Ne operasyonmuş ama. Sağ kesimden bir tane bile insanın içinde olmadığı. Nasıl sistemli işliyor her şey. Nasıl da planlanmış, kurgulanmış ve kılıfına uydurulmuş. Önce başbakanlık, cumhurbaşkanlığı, yerel yönetimler, hukuk sistemi, Yök'e kadar her şeyiyle yerleşildi önce iyice koltuklara. Sonra herkes mimlendi. Sonra düğmeye basıldı. Gerçekten bu kadar apaçık olan bir korkutma gözdağı verme çabasını anlamayacağımızı mı sandılar acaba.
Çok örgütlü ve sistemliler. İnsanları önce içten ayırıp sonra da operasyonlarla korkutmak. "Konuşmayalım aman sus dinlerler, mimlerler, gözaltına alırlar" paranoyası yaşatmak...
Pes!



Son olarak:
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/11434289.asp?yazarid=2

13 Nisan 2009 Pazartesi


İçeri mutfağa gitti. Merak ettim yanına gittim. Kapıda daha "Şşt gelme sürpriz" dedi.

Hemen içeri gittim tabi bekledim. Biraz sonra elinde kupayla geldi.
İçinde, fıstıklar, minik doğranmış tost ekmeği ve üstünde çikolata..
Kupada 2 tane kaşık.
Mmm.
Ben şimdi O'nu nasıl sevmeyeyim.

11 Nisan 2009 Cumartesi

Philadelphia


Az önce cnbc-e de izledim bu filmi. Daha önce film alırken defalarca görmüştüm ama alıp izlememiştim. Keşke alsaymışım çok şey kaybetmişim. Çok çok çok güzel bir film. Çok düşündürdü beni ayrıca. Ve tesadüf mü bilinmez aynı saatlerde Cnntürk de Reha Muhtar, Lambda İstanbul derneği üyelerini ve bir sürü türden insanı stüdyoya davet etmiş tartışıyordu. Neden daha önce kimse söz hakkı vermemişti ki bu tür programlarda onlara?
Bir sürü bıyıklı çatık kaşlı adam, türbanlı kadın yüzleridne binbir ifadeyle dinlediler Labda İstanbul derneği üyesini.
Hmm.
Filmi mutlaka izleyin tavsiyemdir.

9 Nisan 2009 Perşembe

Acımasız gerçekler

Sütlü çikolata alınır. Benmari üsulu eritilir. Çilekler yıkanır, muz dilimlenir. Al sana evde çikolatalı fondü. Mis gibi sevgiliyle yenir. Zayıflığına, kilo almazlığına, yıllardır 47-48 kg arasında gidip gelmeye güvenilir kıtlıktan çıkmış gibi yenir. Yemekten sonra tatlılar, pastalar yenir, herkesin minicik porsiyonlar aldığı böreklerden mantılardan kocaman kocaman alınır yenir. Tartı hep aynı rakamları gösterir şaşmaz: 47- 48 arası.
Kendimi bildim bileli zayıftım. İlkokula başladığımda 16 kiloydum. En zayıf en küçük bendim. Karnımı içime çekip çıkan kaburgalarımın tükenmez kalemle üstünden geçmiştim de "ben röntgen çektim" diye ortada dolanmıştım. Elvan Abeylegesse gibiydim.
Kültolu çoraplarım bir kaç saatte dizlerime iniyordu. O zaman yemiyordum pek yemek, çocukken yemez biriydim. Ama ergenliğe girdiğimden beri doymazcasına yiyorum. Yağlı, hamur işi, tatlıar efendime söyleyeyim mantılar, makarnalar... Doktor demişti sonunda: "Metabolizman hızlı,kilo almak için kola iç !"
Olmadı almadım. Pisboğazlığım da arttı üstelik.
Bak bugün yediklerimi sayayım anla:
Sabah: Muz, poğaça (Normalde tost, omlet, simit vb allah ne verdiyse.)
Öğlene doğru: Doğum günü vardı pastasından yedim kocaaa dilim
Öğlen: Çorba, patlıcan yemeği, makarna ( mayonezi doldurdum makarnaya),kola
Öğleden sonra: Çay, pasta
Öğleden sonra sonra: Eti çikolata keyfi fıstıklı.
Akşam: Çorba, patlıcan yemeği ( evde de vardı şaka gibi) , salata
Akşam yemeği sonrası: Patos Critos
Ve henüz daha başka bişey yemedim.
Biri beni durdursun.
Fakat.
2 Gün önce akşam saatlerinde, ertesi gün için kıyafet ayarlarken. Müfettiş sebebiyle kumaş pantolon giymem gerekiyordu, kumaş pantolonlarımı tek tek denemeye karar verdim.
Ve acımasız gerçek!!!
Hiç bir kumaş pantolonum kapanmadı!
Orada fermuarı apaçık kaldı!
Kilo aynı kilo.
Üşenmedim bir kaç eteğimi, elbisemi denedim.
YOK!
Kapanmıyor fermuarlar, geçmiyor yanlardan!
Artık 34 bedene elveda demekle kalmadım, 36 beden mis gibi pantolonlarıma da elveda dedim.
Bu nasıl iş arkadaş :(
Yatağa yattım karnımı çektim. Yok mesele göbekten değil :(
Ah ah dostlarım.
Çok bedbahtım!

6 Nisan 2009 Pazartesi

Sıfır beş sıfır dört ikibindokuz haftasonusu

Mis haftasonu. Ruhum beynim dinlendi.


Cumartesi gününden başladı güzellikler.
Cumartesi sevgilim beni aldı ve Beyazıt'a sahaflara götürdü. Kitap kitap kitap dolu mis kokan dükkanlardan 6 kitap aldım. D&R dan da kitap sipariş etmiştim onlar da bugün geldi etti 9 kitap. Benden mutlusu azdır herhalde bu konuda şu an.
Kitaplarım:
* "Olasılıksız". Daha önce başkasından alıp okumuştum ama bunu sevgilime aldım.
* "Babam öldüğünde ağlamadım. " Bu kitabı çook eskiden okumuştum ama hem tekrar okumak istedim hem de kütüphanemde bulunsun istedim. (Kitabım okulda o yüzden fotosunu çekemedim)
* "Sevginin Yolu" Şebo ile bu konuda konuştuğumuzun üstüne bu kitabı sahaflarda hem de 3 tl ye bulmuşum kaçırır mıyım. Mevlana'yı Mevlana yapan Şems i tanımak ister misiniz? Mevlana'yı bilen kaç kişi Tebrizli Şems 'i biliyor? Ben daha önce okumuş ve çok etkilenmiştim bu kitaptan hemen arşivime aldım tekrar okumak üzere. Mutlaka tavsiyemdir. ( Şebo buldum kitabı! )
* "Günler akıp geçiyor." Ah ah İpek Ongun'un Serrası'yla bir gençlik geçirdik :) Serinin en son çıkan kitabı. Ee o kadar okumuşum ,kusursuz Serra evlenmişti geçen kitapa evliliğinin gidişatı vs vardı, bu kitapta hem evli hem çocuklular kervanına katılıyor.
* "Baba ve Piç" Epeydir aklımdaydı bu kitap ama Siyah Süt faciasından sonra okumak istememiştim Elif Şafak. Ama bu kitabı çok emrak ediyordum. En iyi kitaplarından biridir demişlerdi ben de aldım.
* "Aşk" Yine Elif Şafak. Bu kitabı almayacaktım yukardaki sebepten ötürü. Am Şebo dedi ki hikaye Mevlana ve Şems. Kaçırır mıyım?
* "Lady Chatterley'nin Sevgilisi" . Bir klasik. Epeydir aklımda olan diğer bir kitap. Buldum ve kaçırmadım.
* "Ölü erkek kuşlar" . İnci Aral'ın ilk romanı. İnci Aral'ı severim. Umarım bu ilk kitabını da beğenirim.
* "Duma Adası" Stephen King'e bayılırım. Hemen hemen bütün kitaplarını okudum. Bu kitabı alsam mı almasam mı diye düşünüyordum bir süredir. En son okuduğum kitabı "Cep" çok güzeldi. Bunu da alayım dedim ve aldım. Stephen King buldun mu kaçırma okuyucu. Korkmayı seviyorsan bu adam gece uyutmaz.

Ebru, seni de andım sahaflarda. Ah dedim burada olsa o da bayılırdı. Seninle de gideceğiz bir gün dimi? Mis gibi eski püskü kitaplar... İkinci el, kullanılmış,terk edilmiş, içinde yazılar olan saman kağıdı kitaplar... Saatlerce bakabilirdim hepsine. Ohh.

Sahaflara en son babamla gitmiştik ben küçüktüm o zaman.

Pazar sabahı erkenden sevgilimle çıktık yola. İstikamet Yıldız parkı.
Kahvaltımızı ettik, ormanda yürüyüş yaptık. Hava mis gibiydi. Sonunda bahar geldi oh ya dedik.
Koşanlar, köpeklerini gezdirenler, çoluk çocuk gelenler, sevgililer, bütün o karmaşadan gürültü ve görüntü kirliliğinden uzak yeşil yeşil yeşil. Ağaçlarda sincaplar. Her yerde güneşlenen hayvanlar.
Uzun uzun sohbet ettik. Her şeyden ordan burdan konuştuk. Birbirimizi dinledik, kafamızı dinledik.
Oradan çıktık ver elini Eminönü. Yine babamla gittiğim, benim için çok farklı bir anlamı olan Eminönü'ne gittik. Çok tuhaf geldi bana. Ben mi büyüdüm yoksa Eminönü mü küçüldü? Ama bir kaç detay dışında her şey aynı. Havyan ve bitki pazarı, oradaki bidonlardaki sülükler, mis kokan çiçekler, Mısır Çarşısı'ndaki ısrarlı dükkan sahipleri. Gönlümüzce gezdik, bir avuçluk lokum aldık, baharatları kokladık.Kuşlara yem attık. Artık omuzuma astığım çantam kadar olmuş, yeme doymuş güvercinler pek yüz vermediler bize ama olsun.
Tahtakale'ye doğru yürüdük ama dükkanlar hep kapalıydı. İncik cincik bir sürü eşya. Zeytinyağlı sarma yapma makinesi (!) , korsan cep bataryaları, İpotlar (!) ... (Valla ben yanlış yazmadım bakınız foto.)

Oradan çıktık Gülhane parkı. Denize karşı yükseek bir yerde çay keyfi. Hatta bir demlik çay. Çay öyle tek bardakta satılmıyor dostlarım.
Yandaki gibi geliyor masaya.
Bu hafta canımız yeşil çekti, keyif çekti.
Alışveriş merkezlerindeki çoluk çocuk insan gürültüsü, yapay ışıklandırma, klima havası isteyenlerin keyifleri bilir ama ben bu haftasonumu şahane geçirdim. Eh aşk da cabası ;)
Daha nicelerine.
^_^

4 Nisan 2009 Cumartesi

Karı-koca arasına...

Az önce durakta otobüs beklerken şu olaya şahit oldum:
Kapalı bir kadın ve kocası benimle durakta otobüs bekliyorlar ama gergin bir halleri vardı. Sonra birden adam sesini yükseltmeye başladı. Adam sesini yükseltmeye bir de kadını kolundan tutup silkmesiyle devam etti. Adam sesini yükselterek :
-Sen niye dükkana girerken gülümsüyosun öyle adama, ben yokken de demek böyle yapıyosun. Ben senin ecdadını !!'!^+%+&%&%
Kadın sanırım sesini yükseltme falan dedi adam daha da bağırarak:
-Yükselttirme sen de hak etme! Şerefsiz!
Kadın alı al moru mor arkasını döndü bana ben de gözümü ufka diktim.
Kadın adama ne dediyse artık adam yine başladı.
- Ne rezil olcakmışım sen rezil ettiriyosun kendini +'//)+'!^+ (küfür)
Bir yandan da kadını eliyle itiyo, öküz ,kadın bir şey daha dese vuracak.
Sonra otobüs geldi. Bindik birlikte. Kadın ağlamış gözünü sildi. Adam da yanında bitti tabi.
Sonra ne oldu dersiniz?

a) Otobüste kavga alevlendi adam kadına çaktı
b)Kavga devam etti otobüstekiler müdahale etti
c) Kadın sonunda dayanamadı adama çıkıştı.
d) Hiç biri

Doğru cevap d şıkkı.
Adam önce gözünü kadının gözüne dikti. Aha dedim sağanak geliyor. ( Sana ne demeyin öküz adam atak yaparsa ben müdahale edeceğim.)
Sonra kadının elini tutmaya çalıştı kadın vermedi. Adam öküz ya zorla çekti kadının elini. Kadın da adamın elini tuttu, adama gülümsedi.
El ele devam ettiler.
Bu mudur?
Beni deriin düşüncelere gark etti bu olay.
Ne cesaretle adam kadına öyle davranabilir herkesin içinde veya dışında?
Kadın nasıl böyle bir adama hala yüz verir?
Kadının ne mecburiyeti vardır veya kim nasıl mecbur kılmıştır?
Bunun derdi bana mı düşmüştür? Evet.

3 Nisan 2009 Cuma

Rüya

Nereden buluyorum böyle acayip rüyaları bilmiyorum.

Her gece ayrı bir alem. Rüyalarım kayda alınsa veya bir gün böyle bir icat çıksa köşeyi dönerim kesin. Çok ilginç.

Dün gece ; babamla birlikte Antalya'ya gidiyormuşuz. Babam, çok lüks bir otelde kalmak istiyor. Ben de hemen karşısındaki Adam&Eve otelinde kalmak istiyorum . (!)
Babam ısrar edince onun istediğinde kalıyoruz. Ama babam benim bildiğim babam değil. Başka bir adam böyle Hugh Hefner gibi bir adam. Otele giriyoruz, her yer şıkır şıkır. Odaya giderken otelin içinden geçiyoruz her yer şahane. Havuzlar, havuzda oynayan çocuklar, şık lobi, böyle kırmızı ağırlıklı bir dekor. Zannedersin Burj al arab.
Odaya çıkıyoruz yan yana odalarda kalacakmışız. Arada ara kapı varmış. Odaya çıkıyorum ve tıpkı "O" kitabındaki Beverly 'nin yıllar sonra gittiği evindeki gibi rüyam yavaş yavaş bozulmaya başlıyor. Önce odaya bir giriyorum oda herhangi bir 3 yıldızlı otel odasından farksız. Ama camdan bir bakıyorum şahane bir manzara. Adeta cennet. Fotoğraftaki gibi. Masmavi uçsuz bucaksız deniz. Aşağı bakıyorum, metrelerce yukardayız. Denizde mavinin yeşilin her tonu. Palmiyeler,ağaçlar, mercan adacıkları, su kayağı yapanlar, motorlar, yüzenler, inanılmaz bir güzellik. Evler yapmışlar denizin içine dek uzanan . Devasa taşlardan kayalardan su fışkırıyor harika harika harika bir manzara. "Ulan diyorum Antalya bu kadar güzel miydi?!"
Sonra, odaya bir göz atıyorum aa köşede bir soba! Ara kapıyı açıyorum içerde cümbür cemaat bir aile ve yine gürül gürül yanan soba! Aile ara kapının oraya çamaşır teli asmış üstünde de pijama çorap ve ararsan. (!) Aaa diyorum nasıl yaa.
Havuza girmeye karar veriyorum ama plansız bir tatil olduğundan bikinim yok. Hemen resepsiyonu arıyorum. aramızda aşağı yukarı şu konuşma geçiyor:
-Resepsiyon ben Ebru (!)
-Ben havuza girmek istiyorum bana bir bikini alıp yollar mısınız?
-İsterseniz kullanılmış bikini kiralayabilirsiniz.
-(Allah allah manyak mı bu kadın?!^%+%) Ben yeni bikini istiyorum.
Sonra bir bakıyorum elimde telefon ben yarı giyinikim. Bir yandan sobanın sıcaklığı bir yandan üzerime giyecek kıyafet arıyorum. Eşyalarım giysilerim nerde be derken uyandım.
Şimdi bu nasıl bir rüya ,bu ne perhiz bu ne lahana turşusu!