28 Şubat 2011 Pazartesi

Kıllı ve öfkeli







En son beni baş parmağımı oyma suretiyle ısırdıktan sonra oturdum düşündüm. Fikrine güvendiğim arkadaşlarıma danıştım . Bana söyledikleri acı gerçekle kendime geldim. "Artık lider siz değilsiniz, siz sürüsünüz ve güdülüyorsunuz. " Yani Nancy'nin artık evde kontrolü devralmış olması. İyice olan biteni düşündüğümde hak verdim. Nancy'nin yemek zamanı sınırsız, mama kabı ortada istediği zaman yiyor. O istediği zaman istediği kadar oynuyor ve oyunu o bitiriyor. Yattığı zaman dokunulmasından hoşlanmıyor keyif yaparken bile olsa. Alan savunmasını artırdı. Bir lider olduğu için de aslında endişeli tedirgin ve mutsuz zamanlar yaşıyor.  Artık red zone durumuna geçmiş, yani öldürebilecek ve ciddi yaralayabilecek nur topu gibi bir itim olduğunu anladım. Bir çocuğum olsa çok zor zamanlar yaşayacağım kesin -ki bunu asla göze alamam. Fark ettim ki annem de ben de evdeki bu köpekten huzursuz oluyoruz korkuyoruz. O halde ne yapabiliriz diye düşündüm.
Temel eğitime dönüş
Egzersiz
Liderlik çalışmaları (eve gelince heyecanını bastırma, agresif olmayan oyunlar, yeme düzeni , yolda yürüme çalışmaları vs.)
Ona bir köpek gibi davranma (bu acı ama gerçek)
Ne yazık ki sorunlu bir köpeğim var ve ben de belli ki eğitilmeliyim. Evde sizi oyun oynarken bile ısırabilecek, tedirgin olan bir köpekle olmak istemezsiniz. Elbette ki asla ama asla onu başkasına verme gibi bir durum olmayacağı için ona göre çözüm üretiyorum.
Zor zamanlar başlasın.
En baştan alıyoruz.
Eğer başarılı olursak Cesar'a bir kutu çikolata göndereceğim.

27 Şubat 2011 Pazar

Earthlings

Bugün sizi asla görmek istemeyeceğiniz, fragmanına bile dayanamayacağınız bir belgeselle tanıştırmak istiyorum.


Belgeselin adı Earthlings.
Bu dünyanın başına gelmiş en vahşi ve en tehlikeli tür olan insanların hayvanlara yaptığıkları ettikleri 5 bölümde anlatılıyor :
Pets
Foods
Clothes
Entertainment
Science

adlı bölümlerde sofrada afiyetle yediğimiz etlerin soframıza gelmeden başına gelenler, evcilleşmiş hayvanlarımızın evcilleşene kadar hangi süreçlerden geçtiği, yüzlerce lira verdiğiniz (siz diyorum çünkü ben deri ve kürk kullanmıyorum) deri ayakkabılarınızın, kanlı kürk eldivenlerinizin bir canlıdan nasıl canlı canlı derisi yüzülerek alındığı ve hayvanın o halde yaşamaya zorlanması, eğlence sektöründe o sirklerde, o şımarık velediniz eğlensin diye gittiğiniz gösteri merkezlerindeki hayvanların halleri, tavuk çiftliklerinde duvara fırlatıldıktan sonra üstünde tepinilerek öldürülen kümes hayvanlarının halleri, kullandığımız kozmetikler, ilaçlar ve bilimum bilimsel araştırmalar sırasında denek olarak kullanılan hayvanların gözlerinde "lütfen bana acı" bakışları, hepsi ve daha da fazlası bu belgeselde. Ben çok samimi olarak söylüyorum fragmanına bile dayanamadım . Filmin tamanına da bakamadım , kesik kesik ileri ala ala baktım. Dayanamadım.o kesik görüntülerde bile gördüğüm şeyler kalbimi sıkıştırdı. Allah bizi helak etsin istedim, yok olalım istedim. Bütün bu olanlar gerçek. Bunlara hepimiz alet oluyoruz,normal hayatlar yaşayan insanların çoğumuz ve bu halimizle bile hayatın bu pislik kısmında nasıl da bilmeden rol oynuyoruz.
Ben dayanamadım izleyemedim. Ama "ay bakamam" deyip geçemedim, yapamadım. Daha ciddi kararlar almaya zorladım kendimi. "Ay yani sen şimdi deri giymiyorsun da bunlar düzeliyor mu sankiğğ" diyen sığ beyinli zavallılara da bu belgeseli izlemeye davet ediyorum.

24 Şubat 2011 Perşembe

Bir çocuk sevdim

Cover şarkılardan nefret ediyorum.
Şu güzelim şarkıya bakın
























                            




Sezen'den daha güzel kim söyleyebilir ki bu canım şarkıyı.
Şimdi çalışma günümü dörde çektim ya, hemen hafta bitmiş gibi geliyor bana çok eğleniyorum. Neredeyse haftanın yarısında çalışmıyorum mutluyum. Zor iş benimkisi, herkesin işi kendine zordur elbette ama benimkisi gerçekten  zor. Tüm gün problemli velilerle olmak bazen işin kendisinden de zor geliyor. Ha kendimi telkin ediyorum elbette. Daha zor işleri de yapanlar var , hem her çocuk 45 dk. sonuçta 45 dk dayan diyorum. En azından her seans tek çocuklasın diyorum. Bir şekilde idare ediyorum da işyerindekiler de boş durmuyor elbette. Geçenlerde kot pantolon yasağına baş kaldırmış kendimizce devrim yapmıştık ve kot pantolon giyebilri duruma gelmiştik. Buna karşılık idare bizden önlük giyme zorunluluğu getirerek intikam aldı. Önlüğümü seviyorum ama çocukla aramda bir mesafe varmış gibi hissediyorum,o yüzden genelde derslerde çıkartıyorum. Şimdi dün duyduk ki sınıflara kamera takılacakmış. Zaten odalarımızın kapısında cam var. Zaten veliler camdan izleyebiliyor. Bir de kamera olacak. Hey yavrum hey. Bütün gün tepenizde kamerayla iş yaptığınızı düşünün. İnsan yanlış birşey yapmasa bile o psikolojiye sokuyor tedirgin oluyorsun.
Nancy'nin ısırdığı yer hala şiş, kızarık ve kötü görünüyor. Çok acıyor. Bu köpek eğitimi konusunda dibe vurdum. Artık Cesar Millan gelse çözeceğini zannetmiyorum. Hayvan kendini aştı, kesinlikle ne zaman ısıracağı belli olmuyor. Gerçekten bu meseleyi çok takıyorum ve üzülüyorum. Başkalarının köpeklerine bakıyorum, ne hırlıyorlar ne diş gösteriyorlar, hepsi mutlu mesut sahibine güveniyor. Benimkisi tedirgin, huysuz bir köpek. İnanın çok düşündüm yaklaşık 4 senedir her açıdan inceledim hayvanı, kendi davranışlarımı. Buna göre hareket ettim. Ama bir arpa boyu kadar yol alamadım. Her kış olan yine oldu. Sadece bu kış biraz daha  geç ısırıldım. Zor durumlar yani.
Balayımızı ayarladık. Otelimizi, uçak biletlerimizi ayarladık. Planımızı yaptık. Çok zevkli.
Sırada diğer şeyler var. Bence en sıkıcısı davetiye listesi yapmak. Aslında bu dönem benim keyfini çıkarttığım bir dönem olmalı dimi. Öyle olmasına öyle de milleti de en çok taktığım dönem bu herhalde. Normalde başkasının ne düşündüğü pek umrumda olmazken şimdi laf etmesinler, aman huysuzluk çıkmasın diye dikkat ediyorum.
Nişanda başlayan "bizi niye çağırmadınız,bizi insan yerine koymuyor musunuz, nikaha da çağırırsınız artık" zırvaları yüzünden davetiye olayını sıkı tutmaya karar verdim. Ben davetiyelerini vereyim de ne bok yerlerse yesinler diyorum artık. Ne kadar sinir bozucu eş-dost varmış yahu. Yenilmeyeceğim ama, kararlıyım.
Yarın cuma heyfime bakarım artık :)

21 Şubat 2011 Pazartesi


Kadınlar babalarına benzeyen erkekleri tercih ederler düsturu doğruymuş.



1955- Babam

18 Şubat 2011 Cuma

dört



Artık 7 senedir yorulduğum için

Hazırlıklar için zamana ihtiyacım olacağı için

Stres küpü bir gelin olmak istemediğim için

Bahar geleceği için

Anneme de zaman ayırmak için

Karınca yediği için Ece'den ceza alsa da Nancy ile ilgilenmek istediğim için

Yaşayabilmek için

Çalışma günümü 4 (yazıyla dört) güne düşürdüm.

Darısı diğer özel sektörü mağdurlarının başına.

11 Şubat 2011 Cuma

Şiddetle şiddete karşıyım


Bu konuda epey kafa patlattım evet. Ben yüksek sesten, çocuk bağırmasından, insan bağırtısından (çocuklar insan değil mi bak şimdi ) nefret ediyorum . Ama evet, her insan evladı gibi ben de bağırıyorum. hem de bazen bütün diyaframımı boydan boya yırtarcasına bağırmak için yanıp tutuşuyorum. Kendimi bir ormanlık araziyee atıp millet adam öldürüyorlar sanmadan rahatça bağırmak istiyorum hem de.
Şiddetle çok ufak yaşlarda tanışıyoruz bence. Ve şiddetin hak edilebilir olduğuna inandırılarak yetişiyoruz. Daha geçende minibüste bir konuşmaya şahit oldum. Minibüs şoförü, yolcusunun küçük çocuğuna yaşını sordu, çocuk söyledi, adam çok küçük bulmuş olacak ki "aa sen çok minik kalmışsın azcık ekmek ye, ekmek yiyor musun sen, ekmek yemeden büyüyemezsin" dedi. Çocuk da yemiyorum deyince şoför bu kez "aa yemezsen büyüyemezsin dayak yersin, kimseyi dövemezsin" dedi. Düşündüm ben de. Bebekken daha düşünce düştüğümü yeri döven, bir yere çarpınca terliği eline alıp orayı döven anneler falan görüyoruz. Normal kabul edilmesi gerkeen bir düşme eyleminde bile şiddeti araya sokuşturup başka bir duruma soktuklarını görüyoruz. Sonra büyüyoruz, okula başlıyoruz. Okulda daha acımasız durumlar oluyor çünkü çocuklar benmerkezci ve acımasız oluyorlar. Bizden hoşlanan çocuklar bile sevgisini ilgisini şiddetle belli ediyor, saçımızı çekiyor, itiyor, vurup kaçıyor falan. Bu sefer tahminlerime göre şiddeti ilgiyle ilişkilendiriyoruz, sanırım sevgililerini döven öküzleri bile seven kızlar bulunması bu dönemde kalmış olmalarına bağlayabiliriz, bağlayamaya da biliriz zira teorilerimi kıçımdan uyduruyorum.
İşin ilginç yanı bunların normal kabul edilmesi, mesela erkek kişiler büyüyüp ergenliğin amazonlarına dalınca iyice erkeksi olmak için iyice şiddetli davranışlar sergiliyorlar. Omuzlarına öküzcesine vurmalar (babacan tavırla), küfür, kendini jiletleyen çılgın gençler falan . Gençtir olur öyle şeyler diyorlar ama ben öyle karışlanmaması gerektiğini düşünüyorum. Çok ciddi şekilde bunlar yerleşiyor.
Çocukken yaşadığım bir olayı anlatmak istiyorum.
Ortaokuldaydım, fen dersim berbattı, asla anlamıyordum asla sevmiyordum. Ödevimi yanlış yaptığm için fen öğretmenimiz yüzüklü eliyle yanağıma tokat atmıştı. Şok olmuştum. Kendimi çok aşağılanmış ve sefil hissetmiştim. Hemen sınıftan çıktım. Müdürün yanına gittim. Olayı anlattım bana tokat attı dedim. Gelen cevap:
"Kim bilir ne yaptın da attı tokadı?"
Daha o zaman bile isyan etmiştim. Şiddet hak edilebilir birşey olamazdı. Ne olursa olsun o adam bir öğretmendi ve ben de öğrenciydim, bana dokunamazdı bile. Bir müdür bunu nasıl savunabilirdi.
Nancy'yle bile yaşıyorum bunu. Dışarda gezdirirken ayağıyla sevenler, kafasına vura vura sevenler, döverek sevgisini gösterenler (ciddiyim, kerata seni nidalarıyla vura vura seviyorlar benim itin de hoşuna gidiyor). Sonra Nancy ile sorun yaşadığımda bana tavsiye veren veteriner hekimler. "Ben olsam döverdim", "Bi tane koy bak bakalım bir daha yapıyor mu" diyenler yüzünden çaresizce onu bile denedim ve durumun daha kötü olmasına sebep oldum.
Şiddet gören, şiddet uygular, bu kötü bir lokomotif gibidir sonu da boka gider.
Bunun gibi durumları ben öğretmenken de yaşadım, yaşıyorum. Kendim bazen öğrencime kızdığım zaman, öğrencim seans sonrasında annesine "öğretmen bana kızdı " dediğinde ,annesi ; "İyi yapmış, kim bilir ne yaptın?" cevabını verince ben afallıyorum. Belki de ilerde şiddet gördüğünde- ki illa fiziksel şiddet olmasına gerek yok, bağırmak da bir şiddettir mesela, kendini sorgulamasına, suçu kendinde aramasına yol açacak, sağlıklı düşünemeyecek .
Buna nasıl izin verirler. Çok farkında olarak yapıldığnı düşünmüyorum. Biz de mesela bir filmde kötü adam dayak yediği veya öldürüldüğü zaman "oh gebersin iyi oldu ona" diye rahatlıyoruz mesela , bakın nasıl farkında olmadan şiddet olgusu içimize yerleşmiş suç ve ceza döngüsü.
Bu arda suç ve ceza demişken muhteşem ötesi kitabı tavsiye etmek isterim.
Yaşlı kadını öldüren ve kendini iyi birşey yaptığına inandırmaya çalışan ama kendiyle çelişkiler yaşayan Raskolnikov'un hikayesini muhteşem bir şekilde anlatıyor yazar bize.

Yine karmakarışık bir tespitin sonuna geldik.

foto

9 Şubat 2011 Çarşamba

Minyon



-Ay kaç yaşındasın?
- Oniki
(Bozuk) - Annesi az yediriyorsun buna, bana ver de bi kaç gün büyüteyim.
Çocukken olan buydu genelde.
Büyüyünce de;
- Ay ne tatlısın ya şeye benziyosun sen eee neydi hani fıkır fıkır biri var ya (bi ünlü adı söyler böyle çikibon mikimon bişey) hah işte ona.
Ya arkadaş küçük gösteriyorum işte napayım.
Daha geçen gün nişan için kuaföre gittiğimde çok komik bir olay yaşadım.
Nişan başı gibi bir saçmalığa dayanamayacağımdan dolayı kuaföre gidip normal bir maşa yaptırmaya karar verdim. Annemle gittik, koltupa oturdum, yeni başlayan muhtemelen en fazla 19 yaşında olan bir çırak kız başladı saçımla ilgilenmeye.
-Nasıl olucak canım? (bu canıma nassssssssssıl kıl oluyorum anlatamam)
- Maşa olacak.
- Saçın temiz mi? (neden senli-benliyiz acaba? )
- Evet temiz.
- Bana şu firketeleri tutar mısın canım (la havleeeeee)
Sonra ilerde annemin tanıdığı kuaför hanım annemle konuşurken nişan olduğunu bizim kız duymuş.
Bana sordu.
- Kimin nişanı var? (kiminse kimin ya bu kuaför sohbetlerine deli oluyorum)
- Benim.
Kız şok, emo saçını geriye atıp bana bi baktı.
- Kaç yaşındasın?
- Yirmialtı.
- ÇOK KÜÇÜK DURUYORSUNUZ. (Bak şimdi siz olduk )
Sonra pek sizli-bizli devam etti :)
Artık alıştım. Veliler de şaşırıyor, aslında herkes şaşırıyor, ben de artık bir espri belledim hep onu yapıyorum ; " ehehe küçük gösteriyorum dimi, neyse ilerde işime yarar " .

7 Şubat 2011 Pazartesi

Geride bıraktığımız şeyler


Muzicons.com

Nancy ile cumartesi sabahları parka gidip dolaşmayı çok seviyoruz. Hoş o zaten gezmeye bayılıyor, benim için de kendi başıma kaldığım, düşündüğüm bir zaman dilimi oluyor. Gittiğimiz park, çocukluğumun geçtiği mahalleye çok yakın. Hatta parkta Nancy'nin her zaman otladığı (evet ot yiyor ve karnı ağrıdığı için yapmıyor bildiğin otluyor) çayırlıkta onu seyrettiğim merdiven korkuluklarından o mahalleye bakıyorum her cumartesi. Her cumartesi çocukluğumdaki halini canlandırıyorum. O parktan ilkokulda ,okul dönüşü geçerdim bazen, değişik bir yoldan gitmek isterdi canım bazen, ama bazen. Bu cumartesi yine merdiven korkuluğunda yerimi aldım. İzlerken ve düşüncelerime dalmışken canım sokağıma girmek istedi, beni çağırdı sanki sokak. Aldım iti , çıktım bayırdan. Çocukken tuvalete yetişemeyip kenarına çişimi yaptığım bayırından çıktım. Atının beni kovaladığı Rüstem'in evinin hemen oradan çıktım, kızakla kaydığımız, hızımızı alamayıp tosladığımız elektrik direğinden döndüm. Soldaki, uzun zamandır kimsenin oturmadığı ama bahçesine girmeye doyamadığımız, kimimizin ilk heyecan kıpırtılarına mekan olan evin önünden geçtim. Saklanbaçta saklandığımız deliklerin kovukların hepsi çerçöp dolmuştu şimdi. Tam bu direkte de Dino'dan kaçmıştık ne korku. İşte çıkmaz sokak. Gece yarılarına kadar oturduktan , çene çaldıktan sonra bu sokaktan karanlıkta geçmeye delicesine korkardım . Nefesimi tutup bir koşuda geçerdim .
İşte evim. Evim mi? Demirlere durup bahçemi izledim. Hurma ağacımızın, asmamızın, çukur kazıp üzerine örtü örtüp milleti düşürdüğüm asmalı çardağımızın, nanelerimizin olduğu duvarımız yıkılmış. Anılarımızı ve ağacımızı da beraberinde sürükleyerek. En son benim boyadığım kapısı gitmiş bahçemizin. Bizim anılarımızın seslerimizin ve izlerimizin olduğu bahçede şimdi belli ki başkaları hüküm sürmüş. Yıkıp geçmiş. Şeftali ağacımız artık yok, ne olduğu meçhul, ortasında güller ve sümbüller olan göbek kurak bir toprak olmuş, havuzumuzun içinde bir çocuk bisikleti var üç tekerlekli. Ah köpek kulübesi. Zamanında Orfe'ye, Fındık'a ve Baksi'ye ev sahipliği yapmış kulübe şimdi ıssız yıkılmak üzere.
Betonla örtülen bir yer var, üzerini okuyorum, bir çocuk üzerine kendi ismini yazmış, kendini kazımış.
Birden anılarım çok fena vuruyor beni.
Bu demirlerde sallanırken uçmuştum yere, burada hamağımı kurardım, burada kahvaltı eder, mangal yakardık, babam öldüğü zaman buraya bakıp ağlamıştım. Ev öç almış terk eden sahiplerinden sanki, yıkılmış, ağaçları bile küsmüş dalsız yapraksız, hastalıklı...
Üst bahçeye çıktım, herkes uykudaydı sokak ve ev sessizdi. Zaten kimseyi görmek istemedim. Sadece o anda kalmak istedim. Sanki çocuk Ayşegül insin şimdi cevizin tepesinden, Baksi havlasın top oynayanlara, bir yerlerde çocuklar merdivenlere kına yaksınlar, akşamsefalarının kokusu gelsin burnuma, bir su sesi duyayım ıslanan toprak kokusu gelsin burnuma istedim. Çok istedim.
Çok yaktı canımı Ev.
O Ayşegül'ü de yanına aldı ve bitti EV.
Rüyamda Baksi'yi gördüm. Onu terk ettik diye küsmüştü. Hırladı bana.
Hayatımızdaki her büyük değişimde bir parçamız da orada kalıyor, kertenkelenin kuyruğunu kaçarken bırakması gibi. Yeni kuyruk çıkıyor ama eski kuyruk hala kıpırdıyor.

4 Şubat 2011 Cuma

Ardından


Çok şaşkınım, çok mutluyum. Başta ne kadar stres yapmıştım, kim gelmek isterdi ki acaba nişana, hadi nikah falan neyse de nişan benim nazarımda çok da önemli katılması elzem olan bir hadise olmadığı için bunca zaman çok nadir kişinin nişanına katılmışımdır. Ama çok şaşırdım. Her seferinde Uzay'a , "ya bizi ne çok seven varmış" dedim.
Biz isteme nişan bir olsun istedik, istedik ki saçma sapan sözdür bohçadır yapılmasın. Uzi ile başbaşa karar verdik herşeye. Kimseyi karıştırmadık. "Damadın ailesi bunu yapar gelin bunu yapar" diye ayırmadık. Samimi gelmiyor bana, bir birliktelik bu sonuçta , bir aile olmanın ilk adımı, kimse yanlış anlamasın ama aç gözlülük geliyor bana o bohçalar, damadı kuyumcuya götürüp şu kadarlık takılar aldırtmak falan. Saçma geliyor. O yüzden biz iki sevgili tarihimizi belirledik, mekanımızı kendimiz seçtik, kıyafetlerimizi aldık, yüzüklerimizi aldık.Her şeyi kendimiz ayarladık, millete bildirdik. Evvelden bir sürü şeyi hallettiğimiz için hiç stres yaşamadık. Öyle bir nişan telaşı harala gürele olmadı yani. Her kafadan çıkan seslere kulak kapadığımız için belki.
Sıra geldi kişileri belirlemeye. Sadece ve sadece en yakınlarımız olsun, biz bize olalım istedik. Bu yüzden az kişi çağırdık. Toplamda 33 kişiydik. Aileler ve çok yakın dostlar vardı.*
İsteme sonrası ekipçe fasıla gittik. Upuzun masalarda en sevdiklerimiz vardı. Çok eğlendik, biz dahil herkes mutlu ayrıldı en güzeli de o.
 *Bu az kişi meselesi başımıza iş açtı bu arada. "Biz yakının değil miydik" yapanlar, çağırılmadığı için trip atanlar oldu sonrasında. Bir kere ben çağırılmasam bile utanırım "beni niye çağırmadınız" demeye. Zaten iyi niyetli olduğuna inandığım kişiler sitem etmezler, iyi dostlar iyi arkadaşlar öyle gerektiğini bilirler. Özellikle sade olsun istediğimiz içn az tuttuk kişi sayısını, nikah sonrasına mutlaka bekliyoruz diyerek çağırmadıklarımızın da gönlünü almaya çalıştık. Ne yaparsak yapalım memnun edemeyeceğimiz kişler olacağını zaten bu işin başında bize söylemişlerdi. Öyle de oldu. Şükürler olsun ki gerçekten doğru bir karar vermişiz az kişi konusunda. Sapır sapır döküldüler diğerleri. Daha önce yazdığım " kötü günde herkes olur bize iyi gün dostları lazım" konulu yazımın örnediğini yaşadım. "İyi" arkadaşlarımdan bile nişanı görmezden gelenler oldu, şaşırdım. Onlardan birşey beklememeyi not ettim kendime.
Hep şükrettim, hala da ediyorum.
Çantama bir dolu teşekkür sığdırdım.
Aileme, o gece vakit ayırıp bizimle olan en en en dostlarımıza,her zamanki gibi yanımda olan Şebo'ma, bir uğrayıp bizi sevindiren canım arkadaşıma, gelemeyen ama işinden gücünden vakit ayırıp herkesin bayıldığı gofretlerimizi yapan Ebru'ya, hep arayıp soran canım Niho'ma, "bişey lazım olursa mutlaka söyle" diyenlere, önce gelmek istemeyen ama sonra beni kıramayıp gelen hatta oynayan enişteme, kuzenlerime, çok beğendiğim, çok içime sinen, herkesin hep bir afiyetle yediği nefis pastamızı yapan Butik Tatlar'a herkese ama herkese sonsuz kere teşekkürler. Bu kadar sevildiğimi bilmiyordum. Bizi bu kadar sevdiğiniz için bile ayrı teşekkür ediyorum size.
Ve elbette Uzi, bütün bunları bana yaşattığım için , beni mutlu ettiğin için ve tuzlu kahveyi içtiğin için teşekkür ederim. Seni seviyorum.

not: fotodaki Uzi'ye "aldın kızımı" bakışı atan benim annemdir efenim.