20 Ocak 2012 Cuma

Hey bilincaltim ne ayaksin ?


Son bir kaç yıldır düzenli olarak apokaliptik rüyalar görürüm. Yani bir hastalık gelmiş dünya nüfusunun yarısından fazlasını silmiş çoğu zombi olmuş ve bizim gibi normal az kişi kalmış türü rüyalar. Yemin ediyorum haftada en az 2 gece bu tarz rüya görüyorum. Bak dün gece yine gördüm. Bir felaket olmuş ( detaylar şu an net değil ), insanlar bir şeyden kaçıyorlar. Gizlenmemiz ve yiyecek stoklamamız lazımmış. Ben de bir evde saklanıyorum (safe house). Yiyecek depolamak için markete gidiyorum market yağma olmamış henüz tv yayınları ve elektrik kesilmemiş. İp mip görüyorum lazım olur diyorum kavun falan görüyorum alıyorum. Herkes şimdiden gruplaşmaya başlamış falan. Hayır yani nedir bendeki bu rüyaların anlamı. Çoğunda bir şeylerden kaçıyorum, saklanıyorum. Eğer o kötü şeyler beni yakalarsa uyanıyorum.
Bazıları da bilim kurgu filmlerine taş çıkartır resmen. Bak bir tanesini anlatayım. Ablamla ve yeğenimle bir zaman yırtığından geçmişiz (!). Tabi bu öyle cuma pazarı gibi gidip geçebileceğin bir şey. Ama buna suyun içinden geçiyormuşsun.
Neyse geçiyoruz başka bir evrene geliyoruz ama kaçıyoruz. Bu yeni dünyada her şey düzenli temiz ve teknolojik. Orada burada gezinen tekno-minibüs gibi araçlar var insansız. Makine kendi kendini yönetiyor yapay zekası var. Kaçarkan onlardan birine biniyoruz. 100 Dolar istiyor , makine değil nataşa mübarek. Neyse veriyoruz parayı o haraket etmeye başlıyor. İçerisi karavan gibi. Tv , çamaşır ve kurutma makinesi, mini buzdolabı, banyosu falan var. Sırayla banyo yapıyoruz. Sonra kıyafetleri yıkamak için atıyoruz. Daha kurumamışken camdan bir bakıyorum koyu yeşil uzun arabalar. Yani onlardan kaçmalıymışız. Hemen ıslak saçlar ve giysilerle dışarı fırlıyoruz. Hemen karşımıza bağ-bostan işleyen bir çift çıkıyor. Adamın üstünde siyah takım elbise (kravat yok) var beyaz saçlı ve beyaz buruk ince bıyıkları var. Karısı da Amish kadınlar gibi giyinmiş. Ama bizden hoşlanmıyorlar bizi ihbar edecek gibiler. O yüzden hemen aşağı denize doğru koşuyoruz. Orası Battlefield 3 'deki Wake İsland ahritasına benziyor şimdi de. Sonra uyandım. Evet saçma ama bu tarz kaçmalı saklanmalı felaketli rüyaları sürekli görüyorum.
Bu rüyalara bayılıyorum üstelik çünkü bu tarz filmlere, kitaplara, oyunlara bayılırım. Yani daha ne isteyeyim ki kaç gece bu macreayı yaşıyorum.Ama bütün bunları görmemin nedeni bunları izlemem-okumam-oynamam olamaz veya basit bir "kıçın açıkta kalmış kızım" durumu olamaz dimi. Bir defter edinip başucumda anında yazmak istiyorum bunları. Kitap bile çıkartabilirim. Komik olur.
Ama bilinçaltım bana ne söylüyor? Bunu bilmek istiyorum.
Bak mesela geçen gece de annemi zombi olmuş görmüştüm. Annem annem değilmiş ve ben kaçmak zorundaymışım. Ama anneme onun zombi olduğunu bildiğimi belli etmemeliymişim. Ekip arkadaşlarım (!) annemin yemeğine ilaç koyuyorlar o bayılınca kaçacağız. Ama ben annemden korkuyorum, elime soda şişesini aldığım gibi annemin kafasına bir koyuyorum BAAMM! Annemin kafası kırılıyor. Yığılıp kalıyor. Ben başlıyorum dövünmeye "annneaaaaaaaaa annem öldüğğ" diye. Hay yarabbim.
Hah bak dün gece bi de paranormalli rüya gördüm. Zaten apokaliptik rüya görmediğim geceler paranormalli rüyalar görürüm. Ruhlar, cinler, şeytan meytan . Dün gece 2 varlık varmış biri iyiymiş biri kötü evil, cinli minli. Ama yüzleri yok ikisi de gölge. Sonra apokaliptik konuyla birleşti ve onlardan kaçmaya başladım.
Şu an dünyaya bir bok olsa inanın hepinizden daha tedbirliyim. Aranızda haftanın bir kaç gecesi tatbikat yapan olduğunu sanmıyorum. Belki bir gün "Dünyanın başına bir felaket gelse yapılacaklar" veya "Zombilerin olduğu bir dünyada hayatta kalma yolları" adlı kitaplar yazar, halkı bilgilendiririm kim bilir.

13 Ocak 2012 Cuma

huzur valla huzur

Benim bütün olayım çok çalışmakmış yahu. 6 gün çalışırken deli enerjisiyle dolanıyordum. Şimdi haftada 3 gün çalışıyorum huzura eriyorum. Pazartesi- salı çalışıyorum sonra çarşamba çalışmıyorum. Perşembe iş ve haftanın sonuna geliyorum. Şahane bir şey. Şükürler olsun şükürler olsun bu duruma. Bir şirkette falan çalışsaydım delirirdim herhalde. Tabi delirmezdim de kuduz köpek gibi olurdum :P
Bu enerjim Nancy köpeğe de yansıdı. Bu yıl agresif döneme girmedi. Çok mutluyum. Iısırlmadım, sayko bakışlar tavırlar olmadı yaşasın. Normalde Ekim ayı gibi Nancy köpek manyak tavırlar içne girer, en az bir kere ısırır, bu böyle bahar aylarına kadar devam ederdi. Şu an regl döneminde ve gayet normal.
Son dönemlerde epeydir boş olan ev duvarlarıyla ilgilendim ve bir kaç resim koydum. Babamın yaklaşık 60 senelik dikiş makinesinin (babam terzi değildi) üst kısmını söküp eve getirdim ve odanın ortasna koydum çok da güzel durdu. Annemlerin kedisi 2 oldu. Bir tane daha kedi bulduk ve onu da eve getirdik. Biber hanımla birlikte artık Mırıltı'da onlarla yaşayacak. Bu yeni kedi Ece'nin kedisi. Evde 2 kedi süper bir olay. Sürekli oyun, yuvarlanma,yaramazlık ve birbirlerini yalama hallerindeler. İzlemeye doyamıyorum. Nancy olmasa eve en az 2 kedi alırdım.
Tefal actifry aldım. Hani şu bir kaşık yağ ile patates kızartan alet. Eve getirdiğim ilk gün hemen patates ve biber kızartması, armut tatlısı ve tavuklu bir yemek yaptım. Patatesler sıcakken süper oluyor sonra haşlanmış tadında oluyor (dondurulmuş patatesle denemedim henüz belki onda farklı olur) , armut tatlısı güzel oldu, biber kızartması biraz yavan, tavuklu yemekse biraz fazla pişirdiğim için gevrek oldu. Ama daha sonra yaptığım etli tas kebabı süper oldu. Olmuş yani Uzi yedi ben yemedim. Güzel bir alet sevdim.Sadece patates yapımıyor yani bir sürü yemek hatta tatlı yapabilirsiniz. Tavsiye ederim.
Bir parti planlıyoruz. Bizde olacak. Temalı bir parti. Daha önceki 80'ler partisi gibi. Bu değişik ve matrak olacak. Detaylar netleşince yazarım.
Nancy 'nin eşyalarımı kaçırıp minderine götürme huyundan nasibini bu tişörtüm almıştı. Geçen gün de kendime ördüğüm atkıyı şişleriyle beraber alıp minderine götürmüş. Ödüm koptu görünce. Komik köpek.

11 Ocak 2012 Çarşamba

3 yıl oldu bugün

3 Yıl önce bugün başladık seninle. Hatta bir gün sonra yazı yazmıştım buraya "Bu O !" diye. Doğru söylemişim taa o zaman.
Artık 3 yıl oldu. Biz olgunlaştık. Tamam hala aynı kavgaları ediyoruz ama sanırım 1500 yıldır birlikte olanlar da aynı kavgaları ediyorlardır bence.
Geçen yıl bu zamanlar nişanı planlıyorduk. Evimizi planlıyorduk. Geleceğimizi planlıyorduk. Ne çabuk geçti zaman ve biz ne çabuk evlendik. Yani şimdi düşününce çabuk olmuş gibi geliyor ama çabucacık hemencik kolaycacık anlamında olmadı. Klasik evlilik hazırlıkları yoğunluğuyla geçti. Ama güzel geçti. Şimdi evli olduğumuza göre ilişkimizin başlangıcının 3 yıl olması çok az geliyor . Çünkü ben asıl 20-30 efendim 40 yıl falan olsun da asıl kutlanacak şey odur diye düşünüyorum. Biriyle 3 yıl geçirmek ne ki. Üniversite bile 4 yıl sürüyor mezun oluyorsun 3 yıl çok değil.
Ama yine düşününce insanın hayatı 3 yılda nasıl değişir ki. Ne kadar çok şey sığdırdık bu zamana aslında. Ve ne kadar emek verdik ilişkimize. Her gün ama her gün ikimiz de sahip olduklarımıza şükrediyoruz biliyorsun. Ben senin varlığına da şükrediyorum ayrıca. İyi ki varsın. Şimdi seninle birlikte heyecanlar içinde mutluluklar içinde kurduğumuz evimizde oturup sana bunları yazıyorum. Birazdan da yemekler yapacağım. Sonra yemekten sonra Battlefield 3 oynayacaksın ben de dizimi seyredeceğim. Yani sevgiliyken ne yapıyorsak onu yapmaya devam edeceğiz. Biz böyleyiz ve ben seviyorum bu biz olma halini.
Seni de seviyorum.

6 Ocak 2012 Cuma

pişmanım


Öldüğümüzde hissettiklerimizin bir grafiğini çıkarsalar eğer benim hayatımın tamamına yakınını pişmanlıklar içinde geçirdiğimi görürlerdi. Hatta öldüğümde "nasıl bilirdiniz?" sorusuna "pişman" cevabını verebilirsiniz rahatlıkla. Hatta ve hatta taşıma da yazabilirsiniz "sonsuz pişman". Hatta pişmaniye paketlerine benim fotoğraflarımı koymalılar. Hatta pişmanım yerine Ayşegülüm kelime olarak terminolojiye geçebilir sorun yok ben izin veriyorum.
Yaşadığım şeylerden, seçimlerimden ya da tahmin ettiğiniz gibi hayatımdaki erkekten dolayı değil pişmanlığım. Her gece kafamı yastığa koyduğumda (evet istisnasız her gece) beni rahatsız eden pişmanlık tamamen benim kıırıcılığımdan , fevriliğimden, en olmadık anda en yaralayıcı kelimeleri söylememden ve devede bile olmayacak derecede olan kinimden kaynaklanan pişmanlıktır. Hatta kavga anlarında karşı tarafı benimle tanıştığına pişman ederek de bunu paylaşırım. Çünkü benim pişmanlığım çok sonra oluyor.
Şu zamana kadar pişman olduklarım saymakla bitmez, uç uca ekleseniz buradan Ardahan'a yol olur.
Daha önce burada bahsetmiştim, kavga ederken içimden bir canavar çıkıyor. Ben gidiyorum yerime  kuduz köpek geliyor. O an sinirliyim da bütün dünyayı yakıp yıkabilirim. İçimde karşı konulamaz bir yangın başlıyor sanki. Çok sorguladım kendimi. "Allah'ım ben niye böyleyim ?" diye çok gece kendimi yedim. Ama ne bir çözüm bulabildim ne kendimi iyileştirme çabalarım uzun sürdü.
Öfke terapisi diye bir şey vardır  veya öfke yönetimi , hani şu Anger Management filmindeki gibi. Oradaki gibi goooooossfraabaaaa demedim ama birden ona kadar da saydım bir yararı olmadı. Sanırım bizzat kendim terapiste gitmeliyim.
Bugün okulda eski ajandama bakarken anneannemin bu yıl en son bize geldiği günü gördüğümde aklıma geldi yine pişmanlığım. Evlendiğim günün sabahı kadıncağız otururken düşmüş ve gözünü çarpıp morartmıştı, ben onu o halini görünce çok üzülmüştüm ama ne yaptım , kadına ayılar gibi bağırdım çağırdım sonra da onu da ağlattım . Üstelik bu ilk bağrışım da değildi.
Babam ölmeden 1 hafta önce de babamla kavga etmiştim. Ona da bağırıp çağırıp neler söylemiştim. Sonra da günlerce küs kalmıştım. Of yazarken bile bunalıyorum pişman oluyorum.
İşin kötü tarafı gönül almayı da bilmem. Özür dilemeyi de sevmem.
Gerçekten kırdıklarım hep en sevdiklerim üstelik. İnsanın bence en büyük savaşı kendisiyle, kendini aşmasıyla.
Acaba burcumla mı ilgisi var bunun (akrep) bilmiyorum. Yakıcı yıkıcı falan filan. Burcuma suç atmayayım en iyisi olay bende .
Ne yapacağım ben kendimle bilmiyorum.


foto