25 Aralık 2013 Çarşamba

Yılsonu



En son kalbim ve aklım İtalya'da kalmış bir halde yazmışım buralara. Aklım hala orada, ama yeni maceralar için plan yapmıyor da değilim.
Yaklaşık dört aydır evde olmak bana hiç yaramadı. Bu blogda vaktiyle "ev hanımlarını kıskanıyorum" yazmıştım , şimdi onu geri alıyorum. Böyle bir sıkıntı olamaz. Böyle bir pejmürdelik, serkeşlik, efendime söyleyeyim teyzelik yok. Benim genetiğimde oturmak yok. Sıkıntılar bastı, evde bütün gün oturup akşam kocasına saran kadınlara döndüm. Ne verimli ders çalışabildim ne de günlerimi organize edebildim. Alışveriş yapmak bile beni mutlu etmedi. Bir mağazada güzel bir kıyafet görünce "çalışmıyorum ki bunu nerede giyeceğim, evde mi giyeceğim" demeye başladım. İnternette Kevser'in Mutfağı , Hünerli Bayanlar gibi overrated yemek bloglarına dadandım. Hemen her gün bilgisayarı mutfağa götürüp yemek yaptım. Bu buhran bana tartıda 3 kilo olarak geri döndü. Hayatımda ilk kez 54'ü gördüm. Gözlerim fırladı, kendimi Pelinsu gibi hissettim. Ya pasif ve şişman ve işsiz biri olarak ölecektim ya da kendime iş bulacaktım. Ben de iş buldum.
Artık haftanın 4 günü 8-12 veya 9-1 arası (bana kalmış) bir anaokulunda müdürlük yapıyorum. Eve dönünce de motive bir şekilde dersime çalışabiliyorum kafam rahat. Bunca yıldır it gibi çalışmamın güzel bir karşılığı oldu bu iş bana. Şimdi erken ama mutlu kalkıyorum, kumaş pantolon falan giyip (kotlu ve spor ayakkabılı müdür olunmuyor yavrular, zaten küçük gösteriyorum iyice badi oluyorum) , süslenip püslenip işime gidip müdürcülük oynuyorum. Bunca yıl ezilenin işçinin emekçinin tarafındayken şimdi sermayenin ve kapitalizmin parçası oldum . Öğretmenlerle konuşurken artık patronu kollamam gerektiğini anladığım an bir aydınlanma yaşadım. Artık izinler, maaşlar, geliş-gidiş saatleri, işe alım ve işten çıkarma olayları bana bağlı ve bu beni biraz huzursuz ediyor.
Öğretmenlerden birinin 500 (yazıyla beşyüz) lira maaş aldığını duyunca "nasıl ya başka bir yerde 3 katını alırsın tam güne delirdin mi git hemen çık burdan" dememek için kendimi zor tutuyorum.  Tuhaf tuhaf işler içindeyim ama du bakalım.
Şimdi efenim 2014 geldi çattı. 2013 oldukça verimli geçti. Çok fazla seyahat ettik, çok fazla kamp yaptık, arkadaşlarımızla vakit geçirdik, yedik içtik eğlendik. 2014'te de elbette devamını bekliyorum ehehe. Bütün yılı ve yazı gezip tozarak geçirdikten sonra evde tıkılmak da bana koymuş olabilir ama artık yarım gün de olsa bir işim olduğu için bu konuya kafa yorabilirim. Bir de tabi ki sevdiklerimiz için mutluluk ve sağlık diliyorum
Yeni yılda artık atanıp devlete geçmek ve Uzi'yle minik planlarımızı hayata geçirmeyi istiyorum. Çok çok çok istiyorum bunu. İnşallah olur.
Dinimiz amin.

23 Ekim 2013 Çarşamba

Döndük



Döndük. Şebo'nun dediği gibi "dünyanın en güzel şehirlerinden birinde yürüdük kilometrelerce". Kalbim Siena'da, Floransa'da ve diğer yerlerinde kaldı İtalya'nın. Ama en çok Floransa'da.
Çok güzeldi. Araba kiraladık, sokaklarında serserilik yaptık, iki kere yanlışlıkla tramvay yoluna girdik, dünyanın en güzel tiramisusunu yedik (Pompi adlı dükkan herkeslere tavsiyemdir) ,6 günde  şehir gezdik, turist olmanın , dilini kültürünü bilmediğin bir yerde olmanın tadını çıkardık, el ele, kol kola gezdik gezdik gezdik.
Ve döndük :(

7 Ekim 2013 Pazartesi

O Sole Mio

Büyük gün geldi çattı. Uzi ve ben hayalimizdeki yerlerden birine daha gidiyoruz. Çok sevdiğimiz arkadaşlarımızla süper ötesi bir planla İtalya'yı gezmeyi planlıyoruz.
Aslında ta yazın karar verdik gitmeye, çeşitli planlar yapıp en son bunda karar verince başladı araştırma süreci.
Nerelere gidilecek, ne yenilecek içilecek, araç kiralama servisleri, pratik ipuçları vs buldum. Buldum diyorum zira planlamayı bana bıraktılar (bana bıraak) . İşlemler vs geçip de en son rotamızı da belirledikten sonra iş beklemeye kaldı. Ve şimdi bekleyiş bitti.
Rotamız venedik-verona-garda-bologna-floransa-siena-roma-pisa ve napoli.
Turla gitmiş olmamıza rağmen turun nimetlerinden (biletti, oteldi) az yararlanıp kiraladığımız araçla gönlümüzce gezmeye karar verdik.
Heyecanlı ve mutluyuz.

5 Ekim 2013 Cumartesi

Bebekler her yerde

Aslında bizim aklımızda böyle bir şey yoktu. Yani tanıdığımız sevdiğimiz arkadaşlarımızın bazı çocuklarını sever ama bizim de olsun gibi fikirlere kapılmazdık. Zira biz çok gezen, kendi zevklerine düşkün çocuk odaklı bir çift olmadığımız için bunca zaman aklımıza getirmedik.
Ama ne vakit ki canım arkadaşım Şevinimin doğum vakti geldi ve ben İzmir'e gittim ve Peri doğdu o zaman bize ailece bir haller oldu.
                                                                                  
                                       


O minik sarı kafalı gamzeli bebeğe aşık olduk. Fotolarını birbirimize gösterdik, evimize gelince sevdik öptük kokladık ve Uzay dedi ki "abi ben kız çocuk istiyorum yaa". Evet biz de biliyoruz Peri de iki yaşından sonra manyak olacak ama yine de bu onu sevmemize mani olamazdı.
Sonra çok sevdiğim arkadaşlarımın hamilelik haberleri bir bir gelmeye başladı. Demek ki hayatımızın bu evresine gelmişiz. Demek ki biz de annelerimiz gibi oluyoruz. Önceden sadece hayalde tahmini olan şeyler başımıza gelmeye başlıyor.

Bu yıl gerçekten bebek yılı oldu diyebilirim. Çok sevdiğim arkadaşlarımın dostlarımın hemen hepsi ya hamile ya doğum yaptı ya eli kulağında haberini bekliyor. Her yerden bebek bombaları yağmaya başladı. Hatta hiç beklemediğimiz bir anda Ebru ikinci kez anne oldu.
Bu saatten sonra da ben Peri'yi, Cemre'yi , Toygar'ı ve son olarak da Irmak'ı (doğum sırasıyla yazdım bir de ) görünce evet dedim galiba doğa çağrısını yapıyor. Ellerini açmış geeel geel diyor.

Bir de şu da var. Şimdi geçenlerde yine Uzi ve ben bencil keyiflerimizi yaparken ( ben bilgisayarda dizi o ps'de oyun oynarken yani ) canımız sıkıldı. Dışarı mı çıksak dedik kesmedi, birilerine mi gitsek dedik kesmedi. Bu böyle bir süredir devam edince ulan dedik bizim sıkıntımız buna mı yoksa. Yani biyolojik ve hormonal olarak (ve duygusal bittabi) zamanı geldi mi yoksa?

Evet gerçekten ben hala aynı benim, geçen gün alışverişe gittim ve yine bir takım çocukları boğazlamak istedim ama sanırım zaten her çocuk sevmek için yaratılmamış. En azından herkesçe. Normal bir birey gibi davranın çocuklara diyorlar ya. Ben de normal birey gibi davranıyorum ve nasıl ki bazı insanlardan hoşlanmıyor itici buluyorsam bazı çocukları da dingil buluyorum ne yapayım. Evet kendi çocuğum olunca- olursa ben de onu hoşgöreceğim evet kolay bir şey değil çocuk büyütmek ve evet zor gelecek ama düşündük de ne zaman kolay gelecek ki. Yani sanki 5 yıl daha beklesek uykusuzluk çok mu kolay gelecek. Bari o beş yılda büyür çocuk .
Böyle böyle kafamıza girdi bebek fikri.

Girdi de daha benim sınavımın falan bir geçmesi lazım. Belki o zamana fikrim değişir. Bilemedim.
Üstelik de korkusu da var. Sağlıklı olacak mı falan diye.
Hayırlısı artık.

3 Ekim 2013 Perşembe

Evdeyim

Farkettiğiniz gibi sınavı kazanamadım. Kazansaydım vur patlasın çal oynasın dünya aleme duyururdum zaten. Ama o boş sınav kağıdıyla kazansaydım şaşardım zaten. Neyse. Ailece uzun düşünüp taşınmalarımız sonucunda (daha doğrusu ben uzun geceler boyu düşünüp taşındım Uzi ben ne karar versem destekliyordu) bu yıl bir işte çalışmayıp sadece sınava odaklanmam gerektiğine karra verdiğimiz için bu yıl evdeyim.
Öncelikle söyleyeyim hiç bir zaman disiplinli bir şekilde ders çalışamadım. Öğrenciyken en iyi geçen sınavlarıma hep müzik dinlerken bir şeyler yazarak, film falan izleyerek yani son derece ders çalışma kurallarına aykırı davranarak hazırlandım ve başarılı oldum. Lakin ki artık genç değilim ve zihnim bazı şeyleri öğrenmede zorlanıyor. (Tamam itiraf ediyorum işime gelen şeyleri pek güzel öğreniyorum ama "ders" kategorisindeki şeyleri öğrenemiyorum) O yüzden bu yıl kendimi şartladım. Program yapıp çalışacağım (Allahım yazarken bile inanmıyorum kendime ya ) .
Girdiğim bunalımlar şöyleydi;
-Bu yaşa geldim ve yeni mezun olan biriyle aynı çaresizlikteyim
- Hayatımızdaki her önemli planı ertelemek zorunda kaldık
-Yoksa öğretmenlik benim için doğru karar değil miydi başka ne iş yapabilirim ki ?
-Acaba bu kadar tırmalamayıp akışına mı bıraksam?
- Evde ne yapacağım ki ben?
-8-9 Yıllık öğretmenlik emeklerim boşa gitti

Böyleyken böyle olunca bir karar almak şart oldu. Kabaca bir plan yaptık. Bakalım,şu tatiller bayramlar geçince başlayacağım ders çalışmaya.
Bu arada evde zaman nasıl geçirilir bir anlatayım. Sabah yine erken kalkıyorum çünkü geç yatıp geç kalkmaya alışıp miskinleşmek istemiyorum. Kahvaltıdan önce Nensi köpekle geziyoruz, ardından kahvaltı ve tüüüüüüm gün film, kitap, dizi vs. şeklinde geçiyor. Akşam olunca alıyorum bilgisayarımı mutfağa, mis gibi yemekler hazırlarken takip ettiğim dizileri izliyorum ( modern family, the mentalist, the americans vs. ) , sonra Uzi geliyor yemek yiyoruz, sonra ya oyun oynuyoruz ya film izliyoruz böyle böyle gün bitiyor. Gün bana ne katıyor? Hiç. Evde kadınlar ne yapıyor allahaşkına. O kadar sıkıcı ki. Tamam arada dışarı arkadaşlarıma gidiyorum falan ama çoğunlukla evdeyim. Zaten yakın arkadaşlarımın neredeyse hepsi karşıda. Trafiğn olmadığı saatler diye bir şey de yok artık İstanbul'da. Geçenlerde Ebru'ya gittim ve dönüşte resmen mahsur kaldım. Her trafiğe çıktığımzda İstanbul'a olan nefretim büyüyor.
Ya her hafta pazara gidiyorum yoksa habire marketten sağlıksız şeyler alıp yiyoruz. Ha sanki pazardakiler ultra sağlıklı ama daha feriköy organik pazar kafasına gelememişim demek ki.
Evde olmak gerçekten çalışırken güzelmiş, çalışırken evde olmanın bir kıymeti varmış. Şimdi haftasonları bile diğer günlerden farksız.
Ay bu yılı salim kafayla atlatayım daha da bir şey istemiyorum.

1 Ekim 2013 Salı

Migroslarda kampanya var koşun



Efenim Migros bu yıl da hayvanları koruma haftası nedeniyle 1-7 ekim arasında pet ürünlerine yüzde elli indirim yapmış. Ben geçtiğimiz yıllarda da olduğu gibi mama stoklarımı yaptım. Migroslarda satılan mamalar Nensi'ye verdiğim mamalardan değil , ona daha çok kraker falan aldım. Ama sokak hayvanları için süper bir fırsat olduğunu düşündüğüm için erkenden koştum. Bence elinizi çabuk tutun, zira sabahın 11inde gittiğim marketteki son Goody kedi mamalarını ben satın aldım.
Aman diyim.

24 Eylül 2013 Salı

Dersimiz Matematik

Matematik özürlüyüm. Kesinlikle sayısal zekam sıfır. Yani basit hesaplarda bile hata veriyorum boş boş bakıyorum o derece. Hiç bir zaman sevmedim, sevmediğim için de üzerinde düşünmedim . Ama öğrenmeye mecbur kaldım sınavlar yüzünden. Gerçi çoklu zeka kuramına göre zaten herkesin başarılı olduğu başarısız olduğu alanalr mevcut. Ben kendi adıma görsel , sözel , yaratıcılık alanlarında daha iyi olduğumu biliyorum.
Düşünüyorum da ben öğrenciyken de böyleydim. Daha ilk sınıftan itibaren öğretmenim de sağolsun matematiği sevmemem için elinden geleni yaptı.Keşke bizimkiler özel ders falan aldırsalardı da bana sevdirecek birisi olsaydı bari diye düşünüyorum.
Gerçi artık şimdiki çocukları sadece özel dersle kurtarabilen anne babalara helal olsun. O kadar ders programları yüklü ve sınavları çok ki nasıl yetişecekler allah kerim.
Bu sebeple size matematik özel ders sitesi olan Matematik Böyle Fullenir adlı siteyi tanıtacağım. İsterseniz çocuğunuza klasik özel ders aldırabilir, online ders aldırabilir, örnek soru çözümleri videolarına bakabilir, paket üyelik satın alıp komple destek aldırabilirsiniz.

20 Eylül 2013 Cuma

Assos



Efendim Bozcaada'dan çıkıp Assos'a yola koyulduğumuzda internetteki "otobandan gitmeyin köy yollarına girin çok güzel"  tavsiyelerini dinleyelim demiştik. Ama hem navigasyonun azizliği, hem de yol üstündeki köylerde bir cevher görmediğimiz için büyük bir C harfi çizip yolu uzattıkça uzatıp otobandan yani Ezine üzerinden Assos'a geldik. Daha doğrusu Kadırga Koyu'na geldik.
Çadırlı otelli konaklama araştırması yaparken Club Beyaz'a denk gelmiştik ve oradaki kare çadırlara hayran olmuştuk. Zar  zor ikinci denemem,zde yer olduğunu öğrendik ve hemen tuttuk.  Vardığımızda kaldığım en güzel çadırla karşılaştım.






Burada bizim kaldığımız kare çadırdan başka yer yatağının olduğu üçgen çadır ve bungalow evler var. Tesisin içi çok güzel, her bir detayı ,nce düşünülerek hazırlanmış. Banyosu lavabosu ortak kullanım (bungalowlarda öyle bir şey yok banyosu tuvaleti içinde) olmasına rağmen tertemiz ve güzeldi. Hemen denizin karşısında olduğu için yerleşir yerleşmez denize koştuk.
                                                
Dizimde oluşan motor dizliği yanığını görmezden gelirseniz sevinirim heheh.
Deniz muazzamdı. Tertemiz ve ısısı ideal. Bu denize girince Uzi'ye " galiba girilebilecek en güzel denizlere giriyoruz" dedim. O kadar beğendim. Su diğerlerine göre biraz daha soğuk ama benim için Akçay'ın kıç donduran denizi soğuk kelimesinin görsel karşılığıdır . Orada denize giren anlar ne demek istediğimi.



 Tesiste çok tatlı bu tavşan ve bilimum tavuk kardeşler de vardı.



Ertesi gün kahvaltımızı edip bu sefer Assos'un başka bir koyunu denemek için Sokakağzı bölgesine doğru yola çıktık. Ama yol üstündeki Behram'a ve antik kente uğramadan elbette olmazdı.


Evet fotoğraf çekmek yasak tabelasını çektikten sonra farkettim.



                                                                    Antik tavuk :P




Antik kentle ilgili bilgi verirdim ama üşeniyorum merak eden internetten girsin baksın.





                                

                            Behram'da mutlaka teyzelerden sabun, kekik ve şile bezi elbise alın.







Bize motorla uzun yol zor olmuyor mu diyorlar . Aslında olmuyor. Şöyle ki bu yolculukta 1000 km'yi geçmişiz. Ama benim başta gözümde büyümesine rağmen nasıl geçti hiç anlamadım. Kendi oturduğum yerde ve sırtımda şişme yastığım var. Dilediğimiz anda mola veriyoruz yani öyle haydi bindik motora bir sonraki durağa kadar durmak yok yapmıyoruz. Yol boyu kaskımıza takılı interkomdan sohbet ediyoruz, kavga ediyoruz müzik dinliyoruz .
Motorumuzun 3 adet büyük çantası var biri arkada ikisi yanda. Eşyalarımız için her birimize bir çanta. Çadır eşyaları için de arka çanta işimizi görüyor.
                             

Behram'dan sonra biraz zor yollardan da olsa Sokakağzı mevkine ulaşıyoruz.
Biz burada Son Gemi Kamp'ta kaldık. Çadırlar için çok geniş bir alanı vardı. Bir zeytin ağacı bulup altına kurulduk.


Çadırda zor olmuyor mu diyenler için söylüyorum hayır olmuyor. Bizim şişme yatağımız var ve üstüne kendi pikelerimizi seriyoruz. Çadırda en uzun üst üste 2 gece kaldım ve zorlanmadım. Çadırda çadır şartlarından ziyade etraftakiler rahatsız edebilir. Yani düşüncesizce gürültü yapan insanlar varsa uyuyamazsınız. Hatta bir ekresinde Karaburun'da kamp yaparken gecenin ikisinde bir minibüs dolusu adam kamp alanına gelip harala gürele mangal yapmış, sabaha kadar uyutmamışlardı ayılar.
Ama çadırımızı değiştirdik dönünce. Bu çadır klasik fiks bir çadır. Yani bir özelliği yok. O yüzden son sabahımızda sıcaktan içinde duramamıştık.
Biz de dönünce Husky'nin Burton modeli bir çadır aldık. Yeni çadırı da bu haftasonu İznik'te deneyeceğiz hadi bakalım.





                                       
Buranın denizi de güzeldi. Karşında Midilli adası yüzerek gidilebilecek kadar yakın görünürken ben Dan Brown'ın kitabını bitirdim.

Burayı 3 gece kalırız diye planlamıştık ama açıkçası sıkıldık. Yani burası Olimpos gibi. Yapacak şey kısıtlı. Tüm gün bakkaldan abur cubur alıp sahilde uzandık. O bozuk yolu göze alıp   Ayvacık merkeze bile gitmedik.
Uzi'nin motor grubunun da Assos'a gelmek üzere yola koyulduğunu öğrenince Uzi beni Akçay'a bıraktı. Ben de son gün annemlerle geçirdim. Uzi de motorcu grubuyla akşamını geçirdi.

Bu tatilin beklediğimden de iyi çıkması üzerine belki seneye de motorla daha aşağılara ineriz dedik ama seneye nedüşünürüm bilemem.
Sırada Ekim'de İtalya tatili var. Çok heyecanlıyız. 3 Hafta kaldı.










17 Eylül 2013 Salı

Bozcaada

Sonunda Bozcaada yazısına gelebildim. Hayır çok yoğun olduğumdan değil aksine şu aralar dünyanın en boş insanı olabilirim. Sadece üşendim yazıyı girmeye.
Daha fazla uzatmadan başlıyorum.
Efenim Bozcada'ya saçma bir şekilde ulaştık. Aslında planlama hatası yaptığımız için böyle oldu. Burada da bahsettiğim gibi 3 feribotla gittik Bozcaada'ya. Vardığımızda hava kararmıştı. Otelimize yerleşip üstümüzü başımızı değiştirip kendimizi sokağa vurduk.
Adada ne yenir? Elbette zeytinyağlı ürünlerdir efendime söyleyeyim balık falan filan yenir. Biz de girdik balıkçıların olduğu sokaklara. Oralar bir çiçek pasajı olma yolunda hızla ilerliyor. Biz caddeye yakın olan mekanların fiyatlarını gereksiz pahalı bulduğumuzdan aralara girdik ve şimdi adını hatırlayamadığım ama yanılmıyorsam Şişman'ın yanında bir restoranı seçtik. Balığı ve mezeleri güzeldi ama olağanüstü bir durumu yoktu.
Genelde millet Çınaraltı'nda toplanmıştı çay kahve için, Cihangir Firuzağa kahve gibi bir yer olmuş Çınaraltı o yüzden sevmedim ve ilerdeki klasik çay bahçelerinden birini seçip çayımızı içtik.






Bozcaada iyi hoş ama sevmediğim yanı çok fazla "ay Bozcaadadayız şekerim" tiplerinin doluşmuş ve mekanların da özgün olacağım ay bohem olacağım diye kasmasına neden olmuş olması. Örneğin Polente cafe denen övülen bir yere girdik. Nette pastalarının görünümüne aldanmış ve listemize yazmıştık. Ancak dükkandaki pastalar bildiğin kuru ve bayat görünüyordu. Bu bayat ürünlerin diliminin 15tl gibi saçma bir fiyata satılması da tuzu biberi oldu. Sonra yol üstünde adını hatırlayamadığım balıkçılardan birinde de 4 tane (yazıyla dört) kabak çiçeği dolması için 24 tl fiyat biçmişleri mesela. Ya altı üstü dolma ya ne kadar paha biçilemez olabilir ki. Bu olaylarını sevemedim ben Bozcaada'nın. O yüzden gidenlere tavsiyem ilk gördükleri yerlere girmesinler. Aralarda daha  uygun saklı güzellikler var.

Neyse ertesi sabah otelimizde kahvaltımızı ettik, sağolsunlar hiç dışarda kahvaltı yapalım gibi bi düşünceye yer bırakmayacak kadar güzeldi kahvaltılıkları. Kahvaltı sonrasında en girilebilir olduğu söylenen Ayazma plajına gittik. Kumlu plaj ve Bozcaada için şaşırtıcı derecede güzel ısıdaki suyu enfesti. Su tertemiz, minik minik balıklar bacaklarımın arasından geçiyorlar. Gözlüğümü yanıma almadığıma pek hayıflandım bu tatilde.Plajda şezlong ve şemsiye ücretli, 15 tl alıyorlar iki kişi için.
Bizim planımızda motorla adayı gezmek olduğu için öğlen vakti kalkıp merkeze gittik.
Öğle yemeği için orada seçenek çok ama biz Güveç Lokantası'nı seçtik. Uygun fiyata tencere yemekleri satılıyor. Millet de bizim gibi düşünmüş olacak ki tıklım tıklımdı. Burayı ve yanında adını unuttuğum (evet yine) bu şekil ev yemekleri yapan bir yer daha vardı orayı tavsiye ederim. Biz akşamında da buralarda yedik ve çok memnun kaldık.
Efendim yemek sonrası motorumuza atladık ve adayı şöööyle bi turladık. Gezmek isteyenler için anlatayım . Denizi sağınızda tutup, Ayazma plajından sonra merkeze değil sağı gösteren tabeladan giriyorsunuz ve adanın en azından o kıyısını geziyorsunuz. Güzel koylar denizlerin dışında bir şey yok. Biz akvaryum koyunda denize girdik durup. Güzeldi ve ıssızdı ama taşlıktı.
Bozcaada'nın denizi serin diyorlar ama biz çok nadiran olan soğuk olmayan denize denk geldik. Çay bahçesindeki adam rüzgarlı da dedi ama yine biz rüzgar falan görmedik .
Şimdi dikkat ettim de Bozcaada'da çok az fotoğraf çekmişim şaşırdım doğrusu.

Ayrıca şu meşhur Çiçek Pastanesi'ne de uğramadan olmazdı.

                                         
Bak burayı da kesinlikle tavsiye ederim. Dondurması falan güzel de benim asıl gönlümü çalan badem lokumu ve çatlak kurabiye denen enfesler ötesi kurabiyesi oldu. Yok böyle bir güzellik düşüncesi bile ağzımı sulandırıyor.

                                                                                                      


Sizi Çiçek Pastanesi kurabiye tabağıyla baş başa bırakıyorum.
Bir sonraki durak Assos.

10 Eylül 2013 Salı

Gökçeada

Bu sene , diğer yıllardan farklı olarak motorumuza atlayıp gezmeli, çadırlı, otelli bir plan yapalım dedik ve rotamızı Gökçeada, Bozcaada ve Assos olarak belirledik.
Planlama biraz zor oldu çünkü kafamıza göre takılıp konaklayacak bir yer bulma sıkıntısı yaşayabilirdik veya çadırdan sıkılabilirdik.
Bu sebeple gitmeden netten araştırmamızı yaptık. Özellikle bu siteden çok faydalandık. Oturmuş her detayını yazmış sağolsun siteyi hazırlayan. Kesinlikle tavsiye ederim.
Neyse. 24ünde cumartesi sabahı çıktık yola.



İlk durağımız Gökçeada olacaktı. Tekirdağ üzerinden navigasyonun bizi sürüklediği Şarköy ara yollarından bir yerlerden iskeleye vardık.





Baştan söyleyeyim Gökçeada'ya arabayla gidecekseniz işiniz bitti. Böyle bir kuyruk olamaz. Karşılıklı iki feribot çalışıyor ve kuyruk hiç bitmiyor. Hem adadan dönenleri hem de adaya girmeye çalışanları gördük ve motorcu olmamıza şükrettik.
                                                                                                                                                                      
Gökçeada'yla ilgili nette güzel yorumlar okumamıza rağmen fotoğrafları görünce sadece bir gün ayırmanın yeterli olacağını düşünmüştük. Çünkü netteki fotoğraflarda inanılmaz çorak bir yer görünüyordu. Netekim biz feribottayken adaya yaklaştıkça adanın tek bir bitki olmayan çorak çarık kısmını görünce bir gün çok bile dedik.

Ayrıca feribot eskiyse (bizim ilk bindiğimiz eski feribottu) yolculuk yaklaşık 2 saat sürüyor. Eğer yeni kapalı feribota denk gelirseniz çoluk çocuk sesleri eşliğinde kabus gibi 1,5 saat geçiriyorsunuz.

Gökçeada limanda bir yerleşim yeri yok. Limandan inip hangi bölgeye köye gideceksen olaysız dağılıyorsun. Biz Kefaloz (Aydıncık) tarafını seçmiştik.

Adanın içlerine doğru girdikçe ada bizi etkisi altına almaya başladı. O çorak görüntü gitti, mis gibi bitki (kekik diyorlar) kokuları, yollarda keçilerin koyunların fink attığı yollar geldi.
Zaten çevre halkı sizi uyarıyor yavaş gidin yolda hayvanlar var diye. Bir ördek sürüsü bile gördük yol ortasında.

                                                                                                                                                                

Efendim ilk önce karnımız çok aç olduğundan merkezde bir şeyler yiyelim dedik. Gitmeden birkaç yer not etmiştik.
Kaleköy civarında sıralanmş balıkçılar vardı, oraya gittik ama balıkçıların önünden şöyle bir bakıp döndük. Biz bu tarz yerlerde zaten İstanbul'da silme bulunan deniz kenarı klasik balıkçısı sevmiyoruz. Özelliği olan bir yer olmasını seviyoruz. O yüzden geri dönüp merkezdeki Gül Hanım Mantı Evi'nde şansımızı denemeye karar verdik. Merkez deyince büyük bir yer sanmayın. Çok küçük bir yer.
Gül Hanım Mantı Evi'ni kesinlikle bir kenara yazın. Yediğim en güzel mantıyı lüplettim burda. Yediğiniz hiç bir mantıya benzemiyor . İlk kaşığı alınca Uzi'yle birbirimize baktık . Diğer mantılardan daha farklı bir hamur kullanıyorlar bence. Normal bir mantı değil çünkü. Aynı zamanda buranın Avcı böreği de mutlaka yenilmeli. Bozcaada ve Assos'ta da avcı böreği vardı ama burdaki gibisini gerçekten yemedim.
Karnımızı deliler gibi doyurduktan sonra Aydıncık'a doğru yola çıktık. Yine mis gibi yollardan geçip Seyir Defteri 'ne vardık.





                                       Sağda solda keçiler görmek sizi şaşırtmasın.


     İsteyen bu çingene arabalarında kalabiliyor.




Çadır için bize iki çingene arabasının arasını verdiler. Elektrik vermiyorlar ama orada bulunan prizlerden faydalanabiliyorsunuz.




                                                                   
                       
      Hemen kendimizi denize attık. Plajı ve suyu mükemmel, sahili gayet nezih. Ayrıca isterseniz rüzgar sörfü yapabilir veya bizim gibi yapanları izleyebilirsiniz.


Akşam listemizdeki yerlerden biri olan Tepeköy Çınaraltı'ndaki İspilya Restoran'a gitmeye karar verdik. Verdik vermesine ama yollarının bu kadar dar, dik ve bozuk olduğunu bilmiyorduk. Gerçi bilseydik yine de giderdik çünkü bütün o yola değen bir manzarada yemek yedik.
Tepeköy gerçekten de adını hakediyor çünkü gerçekten yüksekte ve tepede. Bizden başka kimse yoktu. Daha önce deiğim gibi limandaki kalabalığı ve sırayı görünce eyvah çok kalabalık ada demiştik ama limandan sonra böyle bir durum görmedik. Herkes o köyde bu koyda takıldığı için tam kafanızı dinleyebileceğiniz bir yer.
İspilya'nın yemeklerini sıradışı bir şeyini görmedik ama leziz ve güzeldi. Gidip o manzarada yemek yenmeli diye düşünüyorum.

Ertesi gün Seyir Defteri'nde kahvaltı yaptıktan sonra (itiraf etmeliyim keşke başka bir yerde kahvaltı yapsaymışız dedik. Çünkü klasik zeytin peynir domates. Sıcak bir şey yoktu. ) yine denize girdik. Mis gibi bana göre ideal su ısısı ve ince kumlu plaj.

                                                                                                                                                                

Plaja çok yakın bir Tuz gölü var yürüme mesafesi. Oraya da gitmenizi tavsiye ederim. Suyu ve çamuru mineralliymiş insanlar yüzüne falan sürüyordu ama biz yapmadık.

                                 

                         Daha 3 feribot yolculuğu yapıp Bozcaada'ya gideceğimiz için dönüp duşlarımızı aldıktan sonra toparlandık ve öğle yemeği için yine Gül Hanım Mantı Evi'ne gittik. Ne kadar övsem az hem uygun fiyatlı hem de lezzetli yemekleri var.

Oradan Kaleköy'deki Mustafa'nın Kayfesine gittik. Bunu da bir yere not edin. Konumu çok güzel, kahvesi ve yanında getirdikleri damla sakızı macunu mükemmel. Biz hemen bir kutu aldık macundan.
                                                                                                                              






Kaleköy'de bir de sabun imalathanesi vardı gezilecek ama o gün kapalıydı gezemedik. Bu arada tatilin ilk günü fotoğraf makinem bozuldu ve kalan fotoğrafları telefonumla çektim. Bu yüzden çok iyi fotoğraflar değil.


Kahvemizi içtikten sonra da dönüş yoluna koyulduk. Gökçeada'ya kesinlikle bir gün yetmez. Bozcaada için otel rezervasyonumuz olmasaydı daha kalırdık. Başka zaman yine geliriz dedik vedalaştık.

Gökçeada'dan Bozcaada'ya gitmek iyi bir fikir değilmiş . Çünkü Gökçeada'dan Kabatepe'ye, oradan Eceabat'a kara yoluyla, ordan Çanakkale feribotu'na binmek ordan Geyikli'ye kadar karayolu, feribotu kaçırmayalım diye hızla limana gitmeler, Geyikli'den bir daha feribot yolculuğu dengenizi ciddi olarak bozabilir.

Uyarmadı demeyin.

Gelecek Program
Bozcaada.

6 Eylül 2013 Cuma

Yaz Bitti




















Bu yaz havalar ısınmaya başlar başlamaz kendimizi yollara vurduk, gezdik durduk.

Araya iki konser sıkıştırdık

Şimdi önümüzde Ekim'de İtalya var.

Hayat gezince güzel.