25 Ekim 2010 Pazartesi

Çek çek kürekleri, sür arabanı


Güzel şeyler oluyor hayatımda.
Babamın elli yıllık makinesiyle çektiğim fotoları aldım. Tabi ki de daha o tür bir makineyi kullanmayı pek öğrenemediğim için üst üste binmiş pozlar, titreme, buğulanma vs olmuş ama şu yukardaki fotoya bir bakmanızı istiyorum. Üzerinde oynama yapılmadan ne kadar güzel görünüyor. Sanki zamansız bir foto, ne zaman çekildiği belli değil sanki.
Bayramda Bursa ve Uludağ planımız devam ediyor. Başka bir şehir, kar, temiz hava, arkadaşlarla olmak bana nefis gelecek.
Gelecek planlarımız yapılıyor güzel güzeeel.
Bu perşembe Kasımpaşa'da kürek dersine gidiyorum oh yeaah. Haliç'in boklu suları bekle beniii!!
Çarşamba günü Bozuk Düzen adlı oyunu izlemeye gidiyorum bakalım nasılmış.
Nensi'nin zamanı başladı ilk ısırılmamı yaşadım. Hayırlı uğurlu olsun.
Şimdi fotolarımın tadını çıkarticiğim izninizle.

20 Ekim 2010 Çarşamba

Kahvaltı

Bazen bir şeye taktı mı feci takıyorum Bu aralar da , erken kalkmaya ve kahvaltı etmeye taktım. Aslında ben her sabah işe giderken kahvaltı edip keyif yapmaya özen gösterirdim ama bu aralar resmen sabah erken kalkmak için bir an önce yatağa girmeye çalışıyorum. Sevgiliyle buluşma hevesi gibi birşey.Ne olduysa, geçenlerde markete gidip kaymak almamla birlikte oldu.Evden çıkmadan 1,5 saat önce kalkıyorum.  İtle ilgilenip hemen çayımın suyunu koyuyorum, tereyağını dolaptan çıkartıyorum, o sırada yüzümü jelle yıkıyorum tonik monik derken su kaynıyor. Sonra gönlüme göre ister tost, ister omlet, ister yumurtalı ekmek, sosis mosis artık ne varsa tepsiye koyuyorum. Çayımı da (sallama çay canım o kadar değilim henüz) alıp bilgisayarın karşısında geçiyorum. Bir güzel zıkkımlanıyorum. geriye kalıyor 45 dk. Hemen tepsimi mutfağa götürüp toparlayıp diş fırçalama vs işlerimi hallediyorum ve doğru yatağa koşuyorum. Yatağımda yattığım yerden dizidir filmdir elimde ne varsa izliyorum. En son yataktan kalkıp giyinip evden çıkıyorum. Makyajımı okulda yapıyorum, nete okulda sınıfta giriyorum haberlere bakıyorum vs.
Sırf bu kahvaltı seansı için sabahları iple çekiyorum. Uyandığımda her yer alacakaranlık oluyor o kadar güzel ki. Hemen camı açıyorum, sokakta tek tük sesler oluyor onları dinliyorum. Güne böyle başlamak süper oluyor.  Önceki işyerimdeyken Uzi ile çıkış saatlerimiz uyuyordu ve bu kahvaltı olaylaırnı onunla da yapıyorduk. Şimdi uymuyor ama yine de uydurmaya çalışıyoruz.
Hedefim 6 buçuk gibi kalkıp iti dışarda gezdirmek falan ama henüz yapamadım.
Kafayı yedim galiba.
İt fotosunun konuyla ilgisi ne demeyin lütfen it de bana kahvaltı seanslarında eşlik ediyor.

12 Ekim 2010 Salı

Önce insan

Sokakta bir sürü aç insan var tutturmuşsunuz bir kedi...
Şehit haberlerine laf etmiyorsunuz ama cık cık...
Önce insan abi, sokakta tek bir aç insan kalmasın sonra hayvanlar...
Bir ton kedi var sokakta ha bi tanesi gitmiş ha gitmemiş bok gibi ürüyor şerefsizler öldüyse öldü...
İkiyüzlüsünüz insan ölse ağlamazsınız bile...
İnsanlar birbirini öldürüyor tecavüz ediyor doğuroyr ona ses etmiyorsunuz ama ..
.Bu bıdı bıdılardan bıktım usandım artık. Bu insanlarla aynı havayı solumak da benim bu hayattaki sınavım herhalde.

Surname 2010


Gittik, bir rüya gördük en şenliklisinden... 
Şakbaz, İstanbulbazlar, Dört başı mağmur, Çengiler ve daha niceleri...
Gidin eğlenin, mutlaka seyredin. 


Not: Surname 2010 Sadabad Kültür Merkezi'nde 17 Ekim'e kadar sahnelenecek.

8 Ekim 2010 Cuma

Rüyalar gerçek olsa katil olurdum

Yine aldatıldığımı gördüğüm bir rüya daha gördüm. Ben böyle ayda en az 2-3 kez görürüm bu tür rüyalar. Bu sefer de sevgilim tanıdığım ama şu an hatırlamadığım bir kızla birlikte oluyordu. Hem de benim evimden birlikte ayrılıyorlardı. İsyanlar içinde uyandım. Hayır bir de şu var, insan rüyadayım diye kendini teskin edemiyorum, yani üzüntü ve isyan içinde uyanıp o duyguları yaşamamış gibi uykuya dalamıyorum. Adam yanımda olsa ağzını burnunu kırarım , öyle bir ruh halinde oluyorum.

Üf bee.

4 Ekim 2010 Pazartesi

Maşuk



Bu haftasonu aşk adına birşeyler oldu. Çöpçatanlıklarını yaptığımız arkadaşlarımız birbirlerini beğenmelerine rağmen yanlış zamanlama sonucu arkadaş devam etmeye karar verdiler. Başlamadan kaldı yani. Zaten bu işi bir türlü beceremiyorum. İşe yarayanını da bir kendimizde gördüm zaten. Bizi de ortak arkadaşımız tanıştırmıştı. Bizi birbirimize uygun bularak. Doğru bulmuş. Bingo !
Bu pazar tartışmayla geçti. Ziyan olmauş güzel geçmesi muhtemel bir gün, kapalı havanın rehavetiyle birlikte anlaşmazlıklarla doldu taştı.
Sonradan O'nu bu olayları anlatırken izleyince başta bozulsam da sonra fark ettim ki O'nu üzmüşüm. Anlaşmazlığın getiridği kızgınlıktan çok üzgünlük, kırgınlık var üzerinde. Yine de, beni sevdiğini ablamlara tekrar tekrar söylerken, ilişkimizin güzel ve mutlu olduğunu, sadece ufak tefek meselelerin nasıl büyüdüğünü görünce şaşırdığını söylerken kendi kendime, O'na ; "sen O'sun ya"  derken ne kadar bu dediğimin ne kadar doğru olduğunu anladım. Her şeyiyle, doğrusuyla, iyi huyluluğuyla ve huysuzluğuyla O işte.
Bu pazartesi kendi kendime bir söz vermiş olayım. Bir çok kez birbirimze verdiğimiz ama normal olarak tutamadığımız sözü bir kez de kendime vereyim bakayım.

Pazartesi melankolisi



foto

1 Ekim 2010 Cuma

Derste aklıma gelenler

Ders sırasında düşündüğüm şeyler var. Meslea ben 45 dk boyunca dakika saydığım çocuklayken ailesi o çocukla 24 sata ne yapıyor? Benim böyle çocuğum olsa ne yaparım? Düşünüyorum, düşündükçe çocuk yapmaya korkuyorum. Öyle çocuklar var ki, 17 yaşında altı bezlenen, avaz avaz çığlık atan, kendine etrafına zarar veren, ağzının suyu hiç durmayan. Bazen aileler utanıyor. Bazen değil çoğunlukla.Çocukları ordan oraya koştukları zaman, nesneleri tutamadığı zaman falan. Mesela salyası durmayan ve elini ağzına sokup duran çocuk elini benimkine değdirince annesi hemen elini çekiyor çocuğun. Sanıyor ki ben iğrenirim. Utanıyor, hemen elini siliyor. Halbuki ben iğrenmiyorum artık . Normal insanların iğrendiği dayanamadığı salya, koku hatta bit falan iğrendirmiyor beni. Nötr durumdayım hatta.
Böyle aileleri herkes yalnız bırakır. Eğer ki çocuk etrafı rahatsız edecek davranışlarda bulunuyorsa o eve gidilmez, gidilirse de üf püf yapılır, akrabalar "senden oldu -benden oldu" kavgası yapar, dışarda herkes alık alık bakar, anne bütün gün evde o çocukla hapis kalır.
Bana göre en zor durumdakiler otistik çocuklar. Çünkü aileler nasıl davranmaları, nasıl yaklaşmaları gerektiğini bilmediğinden, kendilerince iletişimi deneme -yanılma yöntemiyle öğrendiklerinden dolayı genelde yanlış yapıyorlar. Çocuklarının dünyadan kopuk, empati kuramayan, kendi içine dönük halleri çok üzüyor onları. Ben de düşünüyorum. Çocuğum olsa, ben onu varsayılan olarak çok seviyor olacağım. Ama o belki, hiç bir zaman bunu anlayamayacak, ben karşısına geçip kendimi paralasam onun için fark etmeyecek.
Tabi ki de kanımca en en en zor olansa, ailelerin aklındaki "ben ölürsem çocuğum ne olacak?" sorusu. Sahi ne olacak? Tecrübelerime göre genelde ortada kalıyor. Ya akrabalarda sürünüyor, dayak yiyor, bir kenarda ölmeyi bekliyor veya bakımevine veriliyor . Hoş aile bir arada da olsa bile normal bir hayat süren, ailenin ilgilendiği ve o çocuğu bir birey olarak kabul ettiği, mutlu huzurlu aile sayısı o kadar az ki. Anne-baba birliği olması yetmiyor yani.
Gelelim can alıcı soruya. Bütün bunları biliyorum ve tanıklık ediyorum. Peki ya hamileyken böyle özel bir çocuğumun olacağını öğrenirsem ne yaparım?
Bu sorunun cevabını düşünmek zorunda kalmamayı ummaktan başka çarem yok görünen o ki.