31 Ocak 2011 Pazartesi

Haydi hayırlısıı


                                                                               ♥

Mis gibi uyan, kahvaltı,kuaför,hayır toplamayın böyle kalsın, eve git, pasta geldi,ne güzel yapmışlar, yemek ye acıkırsın, giyin, süslen, ruj da sürelim mi, çıplak ayak gezme, kapı çaldı, topuklu ayakkabılarım nerde, hoşgeldiniz beşgittiniz,çiçekler, çikolata,  kahveleri nasıl taşırdınız, tuzlu kahve en sağda arkada unutma, istiyoruz,bekleyin Şevinler gelsin, peki, Şevinler geldi, istiyoruz, veriyoruz, haydi hayırlı olsun, şimdi ne yapıcaz, yüzükler, nişan yüzüğü sola mı takılır sağa mı, tebrikler, fotolar, bana bak, ona bak, gözün kapalı çıktı bir daha, duygusal yetişkinler,makyajım akacak, pastamızı keselim, birbirine yedirme geyikleri,aa kendimiz yiyoruz, şapırt şupurt, ay çok güzel olmuş, haydi hazırlanıp çıkalım, herkes yerleşmiş geç kaldık, hediyelik gofretler, ayy ne güzel kim yaptı, hemen açıp yedim ben valla, ne güzel düşünmüşsünüz, hoşgeldiniz beşgittiniz, oynak parçalar, sadece kola içtim, hadi Lilo'ya içelim, hadi bu da Nancy için, dansöz mü saçını başını yolarım, hem oynarım hem giderim, oo oynamam diyenler oynuyor bkz. Uzi, fotolar fotolar, teşekkür ederiz geldiğiniz için, görüşmek üzere, aa kalkıyor musunuz yaa, biraz daha oynayalım, sesim iyice gitti, haydi kapatıyorlar, hava buz gibi güzel olsaydı da yürüseydik, ev sıcacık oh, hemen makyajları silelim, dedikodu, sarhoş kuzen, saat  dörtbuçuk olmuş yatalım, aa parmağımda yüzük var, çok ilginç bi duygu, ne çok sevenimiz varmış, çok mutluyum, çok iyi dostlar edinmişiz, nişanlandık biz.

28 Ocak 2011 Cuma

Hazırlıklar bitti


                                                                              

                                                                                 ♥♥♥

Yarın "O" gün.

Ne güzel dostlar bulmuşum kendime. Ne şanslıyım. 
Hediyelerimi Ebruş'um elleriye yaptı bizim için. 
Çok mutluyum. 
Artık her şey tamam.

27 Ocak 2011 Perşembe

Hasdal yeter !


Hiç bu fotoya bakıp "ah ah vah vah tüh tüh" demeyin. Harekete geçin .Hasdal barınağı rezalet bir halde. Adeta toplama kampı, oraya barınak bile denmez, zavallı hayvanlar oraya düşeceğine sokakta yaşasınlar daha iyi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi bizim vergilerimizi bizim paralarımızla saçma sapan yatırımlar yapacağına biraz bu barınaklara da el atsın. El atsın derken hayvanları sokaklardan toplayıp barınakta ölüme terk etsin, toplayıp ormanlara atsını kastetmiyoruz elbette Sn. Topbaş bunun farkında mı bilmem. Gerçi onun gibilere göre bu hayvanlar günah,onların olduğu yere melek girmez, bu fotolardan da anlaşılacağı gibi insanlık da girmemiş onların olduğu yere. Onlara göre bu iş "kokona hayvanseverlerin" işi, "insan dururken hayvan niye" onlara göre. Allah cezalarını versin inşallah. Buna göz yumanların,  yeterli hizmeti sunmayanların da belasını versin.

Tek umudum, netteki bu tür organizasuyonların gün geçtikçe artması, birşeyler yapılması.
Siz de bir şey yapın.
Meslea tepkinizi ortaya koyun.
Oturduğunuz yerden bile yapabilirsiniz bunu:

Kadir Topbaş: + 90 212 455 21 40
Email: baskan@ibb.gov.tr

Şunu anlayın artık, bu hayvanlar savunmasız. Belediyelerin kısırlaştırma hizmetinin yetersiz olması daha doğrusu becerememesi, devletin halkı hayvan sevgisi konusunda eğitememesi , insanların sorumsuzluğu sebebiyle bu hayvanlar şu an bu durumda.
Bu hayvanlara zarar vermek kanunen ve dinen suçtur. Buna yüz çevirmek görmezden gelmek de vicdanen suçtur.

25 Ocak 2011 Salı

İki dil (!)

Tek dil tek millet bıdı bıdı diye kıçını yırtan hükümetimiz çığrınadursun bizim milletimiz zaten ezelden beri tek dille yetinmiyor. Az çok dışarı çıkıp sokaklarda gezen insanlar bunun farkına varıyor. Ergenlerin günlük konuşmalarından tutun da sokak tabelalarına kadar. Bugün işe gelirken fark ettim ki tabelalarda Türkçe isim zaten yok. Hatta daha komiği yazılan nadir Türkçe tabelada da yazım hataları var. İngilizcesinde de var ama anadil Türkçe diye paralayan milletimiz yazdığı Türkçe tabelada bile yanlışlık yapmış ya cehaletin böylesi.
Her gün gördüğüm İngilizce tabela örnekleri :
- Qeen güzellik salonu (öbür minik tabelasında da queen yazıyor)
- Cemal Hair
- Şhıqıdım
- Nexus Dental (bildiğimiz dişçi yahu dental ne)
- Cixcix giyim (!)
vs. bir dolu salak saçma İngilizce tabela. Hayır insan düşünüyor, bence açtığın dükkana İngilizce isim koymak kadar gerzekçe ve ezikçe bir şey olamaz. Hiç samimi gelmiyor ve mümkün olduğunca kaçınıyorum bu tür yerlerden.

Gelelim Türkçe yazım yanlışı dolu tabelalara:
- Erdinç Dekarasyon
- Süpriz (doğrusu sürpriz olur)
- Bir kampanya afişinde; Yapamassınız dediler yaptık! (yapamassınız ne yaaa)
vs.
Tamam ben de her zaman düzgün bir Türkçe ile yazıp konuşmuyorum şimdi Hakkı Devrim gibi olmaya gerek yok ama anlatmak istediğim milletimizin ne kadar ikiyüzlü olduğu. Ben anadilde eğitimi destekliyorum. Fransız Lisesi, Alman Lisesi vs varken Kürt okulları da olmalı. Bunlar bizi bölmez, aksine bu ikiyüzlülüğümüz bizi böler diye düşünüyorum. "Ay benim Kürt arkadaşlarım da var yaaani" deyip durmakla olmuyor bu işler. Dışarda İngilizce konuşan birini görünce ayran budalası gibi izlerken Kürt kendi dilinde konuştuğunda " Türkçe bile konuşmuyor kırolar yaa" diyen ikiyüzlükten nefret ediyorum asıl.
Zaten ülkemizde yıllardır Türkçe dışında diller de konuşuluyor; Arnavutça, Boşnakça, Lazca, Çerkezce, Zazaca, Ermenice (aa pardon Ermeniler de haindi dimi), Rumca...
İkiyüzlülüğünüze son verin.

Irkçı hükümetin oyunlarına gelmeyin.
Hadi bakalım nereden girdim nereden çıktım.

17 Ocak 2011 Pazartesi

Kitaplarım vol.469872 Kurt Seyt & Shura


Yine kitap sipariş ettim. Ya hayatımda beni kitaplara bağlayan tuhaf bir düzen var seziyorum bunu. Hayatıma giren kitaplar mutlaka bir şeyi işaret etmişlerdir bana. Kurt Seyt& Shura'da da öyle oldu netekim. Kitap yayınlanalı seneler olmasına rağmen daha yeni kitabı sürekli duymaya görmeye başladım. Demek ki dedim okumalıyım, demek ki dedim okumam gereken bir zamandayım. Önce her zamanki gibi annem el attı kitabıma, ona kitap yetiştirmek mümkün değil, sabahlara kadar okuyor mübarek. Benim gibi işe gitmiyor tabi artık oh fıstık gibi.
Önce o okudu ben beklemek zorunda kaldım, o arada Ölü Ruhlar Ormanı'na başladım. Derken annem Shura'yı bitirdi ve benim Ölü Ruhlar Ormanı'mı gördü. "Ben bunu 2 günde bitiririm sen Shura'ya başla" diye buyurdu. Tam başlayacakken araya üzücü mevzular girdi, aşk hikayesi okuyamayacak kadar üzgündüm bıraktım kitabı. O günler geçince tamam dedim bir manim yok. Zamana saygı duydum ve şimdi okuma zamanıdır. Okudum, Kurt Seyt'e saydım sövdüm. Madem evlenecektin niye Shura ile evlenmedin be adam dedim. Sen Shura için ailene yüz çevir ama gel burda kimle evlen dedim. Shura bitti, sıra geldi Murka'ya. Biraz bekleyeyim dedim Shura'ya ihanet etmeyeyim. Kendimi O'nun yerine koydum, son kez hastayım diye Seyit'i aramıştı ama Seyit gitmemişti. Kim bilir nasıl üzülmüştür dedim . Seyit de babamın adıdır oysa sevmiştim seni Seyt dedim.
Uzatmadan devam edeyim. Tabi ki de D&R'ın internet mağazasına bir kere daldım mı asla tek kitapla çıkmadığım bu 452165. seferimde de beraberimde 3 kitap daha sürükledim.
Uzun zamandır almayı düşündüğüm ve aldığım kitaplarım:
Tahran'ın Damları
Limon Ağacı
Küçük Arı
ve sevgili Kurt Seyt& Murka
Halbuki benim daha Ölü Ruhlar Ormanım bitmemişti, daha Derviş ve Ölüm'ü da okumamıştım. Daha okunmamış kitaplarım dururken bu acele niye A.G diye sormazlar mı adama?
Akıl fikir ...

10 Ocak 2011 Pazartesi

Yalnızlık

Anlıyorum ki mutluluklarımızda da yalnızız aslında.
Babam ben daha 16 yaşındayken, daha kıymetini bilmeye başlamamışken, var olduğuna şükredecek akli durumlardan uzakken vefat ettiği zaman iyice derinlere yerleştirmiştim kendimi. O cenaze hengameleri sırasında anlamıştım hayat devam ediyor ve sen bütün bu acıyı tek başına yaşıyorsun. İnsanlar eve geliyor, ağlıyor sarılıyor teselli ediyor ama bir an geliyor sen bile acını anlayamıyorsun gülüyorsun sohbet ediyorsun. Babamın vefat ettiği gün  , "Allah'ım ne olur ölmesin , ölürse ben de ölürüm" diyordum. Ama ölmemiştim işte. Kendime şaşıyordum. Hatta cenaze son kez eve gelmeden önce komşumuzun evinde arkadaşlarımla şu an hatırlamadığım şeylere kahkahalarla gülüp gülüp ağladığımı hatırlıyorum. Neden ve neye ağladığımı bile anlamıyordum. O hengame geçtikten sonra zamanla neye ağladığımı anladım. Hayır kendimi drama kraliçesi duruma soktuğum için değil, arkadaşımın babası "onun artık babası yok, onunla görüşmeyeceksin!" dediğini öğrendiğim için değil, evde babamın yarım kalan hayatıyla devam etmek zorunda olduğumuz için de değil, dükkanında onun yere düşmüş gözlüğünü gördüğüm için de, köpeğimiz Baksi, kapıya bakıp bakıp ağladığı için de değil , yalnızlığıma ağlıyordum, bu acıyı tek başıma yaşamak zorunda olduğum için ve hayat devam ettiği için ağlıyordum.
Kişisel tarihimde yaşadığım en büyük acı sırasında anladım ki ; yalnızız be. Etrafında insanlar var evet, teselli etmeye çalışıyorlar ama sorun şu ki teselliye inanmam, bu yüzden zor durumlarda teselli etmek için uğraşamam, sahte gelir , o yüzden pek konuşmamayı tercih ederim, çünkü bu yalnız yaşaman gereken bir durumdur ve Duman'ın dediği gibi  :"Yalnızlık paylaşılmaz"
O günden sonra yine hayatımda kendimi çok üzgün, güvensiz, kişiliksiz ve silik hissettiğim zamanlar oldu, hepsinde de yalnız hissettim. Çünkü üzüntülerini insanlara bir anlatırsın iki anlatırsın üçüncüde sıkılırlar haliyle ve sen dramlarınla yaşayan biri olursun. Bir "dostumun"  ben aşk acısı yaşadığım ve gözlerim balon gibi şiş, hayatın artık anlamsız olduğunu düşündüğüm anın perişanlığında bile nasıl da kendi sevgilisiyle yeni çekilmiş neşe dolu fotoğraflarını bana gösterdiğini hatırlıyorum da. Bak demiştim işte yalnızlık bu.
Bu aralar heyecan ve mutluluk dolu bir dolu şey yaşıyorum. Bir yetişkin olarak, bir kadın olarak önemli şeyler yaşıyorum kendimce ve hatta toplumca. Evvelden heyecanım yoktu, yaa yaparız bişeyler hallederiz diye yer yer streslenen ; yav nasıl hallolacak her şey nasıl yapacağız diye celallenen ben, şimdi mutlulukla her şeyin nasıl da yoluna girdiğini görüyor çoşkuyla doluyorum. Ama gel gör ki bu mutlulukta bile yalnız kalıyorum. İş yerinde hem artık büyümüş ve bu yola çıkmış biri olmanın getirdiği şaşkınlıkla ani sevinç sıçramaları yaşayıp herkese her gelişmeyi anlatıyorum. Anlatıyorum ama ne anlatıyorum kime anlatıyorum benim için hiç bir önemi yok ki. Ben kusma gibi içimde tuttuğum şeyleri anlatıyorum.  İtiraf ediyorum bazen ağız ishali yaşıyorum. Ama gerçek arkadaşlarımdan ve dostlarımdan uzak olduğum için boş bakışlarla karşılaşıyorum.
Tezim şu: kötü günlerde gerçekten herkes yanında oluyor, kötü gün dostu bulmak hiç zor değil, herkes bir şekilde egrek kendi vicdanını rahatlatmak, gerek kötü gününü görmenin sevincini yaşamak veya yanında olmak için bir şekilde seninle oluyor. Mühim olan iyi gün dostu bulmak. Seninle sevinecek, heyecanını paylaşacak, sen anlatırken araya kendi lakırdısını sokmayacak, seni kıskanmayacak, "o öyle olmaz, böyle olmaz"larını kendine saklayacak  (çünkü bir mutlulukta maraz eleştiri gören arkadaştan ne hayır beklersin ki ), gerçekten senin için mutlu olduğunu bileceğin dostlar çok az bulunur.

Belki de bu yüzden etrafımda arkadaşım çok ama dostum, etrafımda yakın tuttuğum insan gerçekten az. Üzüntüne üzüleceğini, sana kıyamayacağını, sen sevinince sevineceğini, mutlu olunca mutlu olan, en mutlu gününde gözleri dolacağını bilip güveneceğin insanlar olmalı etrafında.
Benim ergenliğim zor geçti, çok hırçındım öfkeliydim. Hayatımdaki en önemli kişileri kırdım üzdüm onları umursamadım. Büyük olaylar hadiseler değildi çıkardığım marazlar, yani öyle evden kaçma, intihar gibi şeyler değildi, "kötü arkadaş"larım da yoktu, ben evde asiydim, evdekilereydi pisliğim. Zaten oldu bitti anormal bir çocuk olduğumdan sık sık yalnız başıma düşüncelere dalardım, yalnız kalmayı tercih ederim çünkü farklı olmak ucube olmak gibi bişeydi çocuklar arasında. Bu sebeptendir ki ancak lisede falan mahalledeki arkadaşlarımdan başka  arkadaşlıklar kurmaya başladım. Ortaokul zamanı günlüklerime baktığımda hep gördüğüm kendimi yalnız hissettiğim, yalnızlık, arkadaş özlemi vs. Ergenliğe giriş ünitesindeyken zaten klasik kötümser ve karamsar oluyorsun. Bir de üstüne benim tuhaflığım eklenince kendimi iyice kapatmıştım. Açılmam ancak lise dönemlerine denk geliyor. Zaten onda da çok açılamadan babamı kaybetmiştim.
Yine de o zaman fark etmiştim aslında hepimizin yalnız olduğunu.

Uzuun bir lafın kısasına gelecek olursak, bu aralar yalnızım, dostlarımdan uzağım ama bilsinler ki mutlu günler geçiriyorum.

9 Ocak 2011 Pazar

Tamam


Sevgili : Tamam  
Mekan: Tamam
Tarih : Tamam
Yüzük : Tamam 
Takım : Tamam
Elbise : Tamam
Pasta : Tamam
Davetliler : Tamam


Kaldı 21 gün.
Mükemmel

^^


foto

6 Ocak 2011 Perşembe

Lakırdı

Hani bazı kadınlar vardır, bekardır, çalışıyorlardır böyle şık havalı manikürlü fönlü falan. Tam plaza kadını kadar değil de ondan bir level daha normal. Küçükken kızdan çok erkeğe,hatta cinsiyetsiz bir tipe benzediğim için bu kadınlar beni çok etkilerdi. Büyüyünce onlar gibi olmak isterdim. Onların çantalarını kollarına asıp işe gitmeleri, ne bileyim cüzdanları parfümleri bile bana çok değişik gelirdi. Özenirdim yani. Şimdi büyüdüm, inanır mısınız daha oja sürmeye yeni başladım, 26 yaşıma geldim daha yeni yeni elbise giyiyorum. Şimdi ben de çalışıyorum kendi paramı taşıyorum cüzdanımda, ben de büyüdüm.


Artık şimdi yeni bir yolculuk başlıyor. Yine büyüme emarelerinden biri. Her bir arkadaşımın geçtiği yola biz de giriyoruz. Heyecan, umut, mutluluk, geride de daha geriye atmak istediğim korku, endişe, panik...
Haydi hayırlısı..

foto

4 Ocak 2011 Salı

Batman- Superman- Spiderman



Dün akşam tv8'de Batman Return vardı. Biraz izledim, yeni nesil Christopher Nolan'ın çektiği seriden ne kadar farklı dedim kendi kendime. Çünkü yeni nesil Batman filmleri tam da benim sevdiğim gibi karanlık bir atmosterde geçiyor. Komedi unsurları yok denecek kadar az. Halbuki eski filmlerde mutlaka komik bir karakter oluyordu. Meslea eski filmde penguen vardı, başka filminde joker vardı. Jack Nicholson'ın oynadığı mesela, o bile arıza olmasına rağmen komik bir adamdı. Ama yeni nesil Joker çok karanlık bir karakter, insan gülemiyor bile.
Neyse gelelim konumuza. Hep kendi kendime süper kahramanları karşılaştırırım. Erkeklerin çoğu sevmez ama ben kesinlikle en güçlüleri olarak Batman'i  buluyorum. Çünkü diğer kahramanlar aslında zekadan yoksun ve ezikler normal hayatlarında, yani kendilerine bahşedilmiş süper güçleri olmasa hayatta bir yerleri olmayacak. Oysa Batman süper güçleri olmadan zekasıyla bir kahraman oluyor. Evet sanırım erkeklerin sevmeme nedeni serveti . İyi de öbür kahramanların süper güçleri onları bir yere oturtmadığı gibi normal hayatlarında bile bir hayatları yok. Oysa Batman servetini de kötüleri alaşağı etmek için kullanıyor zaten, zekice planlar yaparak.
En iyi donanım da kıyafette onda bana kalırsa, eh ben de erkek gibi yaklaşacak değilim olaya , tabi ki kıyafetine tipine bakacağım.
Velhasılı kelam, ben Batmanciyim arkadaş.
Adam karizmatik .