25 Şubat 2010 Perşembe

Kendimi yendim


Bana göre kendini yenen insan, bu dünyada en gıpta ettiğim, en başarılı insandır. Benim en sevmediğim, en nefret ettiğim özelliğim fevriliğim yüzünden sık sık kendimi yenmeye çalışırım. İş yerinde, evde, özellikle otobüslerde sinirlenince aklıma, oradan dilime düşen pis , kötü ve çirkin düşünceleri uzaklaştırmaya çalışır, kendimi telkin edip dururum.
Ne zor birşeydir içindeki canavara dur demek. Ne zor seni ittirerek otobüse binmeye çalışan kişiyle ilgili dirsek atma isteğine mani olmak, ne zor seni anlamayan senden mucize bekleyen veliye "benim elimde sihirli değnek yok be kadın" dememek.

Son zamanlarda işyerinde gergin ve zor günler geçiriyorum. İnsanların iş disiplinine, koca koca öğrtemenlerin komplekslerine kaprislerine hayretle bakıyorum. Bıkma noktasına geldim neredeyse. Bu süreçte genel özelliğim olan huysuzluğumu yenmeye çalışıyorum. Ee kendimi aşmaya yenmeye çalışırken evren beni imtihan ediyor elbette. Önüme kendimi yenmem için fırsatlar çıkartıyor. Ve ben bu günlerden kendimi büyük ölçüde burada yendiğimi görüp seviniyorum.
Bazen orada burada aklıma üşüşüveren ön yargılı, kötü ve sinir bozucu düşünceleri dağıtmaya çalışırım. Çünkü olumsuz şeyler düşündüğümde kalbim çok hızlı çarpıyor ve sinirden başım dönüyor. Bir anda o kadar sinirleniveriyorum işte. İradesine sahip çıkamayıp bir ton haline gelen şişmanlara sinirleniyorum, kendini kraliçe zanneden annelere sinirleniyorum, alışverişe gidince kafamı şişiren veletlere sinirleniyorum, yolun ortasına dörtlüleri yakıp park eden hanzolara sinirleniyorum, zile basmayıp kapıyı tık tıklayanlara da sinir oluyorum, sitem edenlere "nerelerdersin hayırsız " diyenlere de sinirleniyorum dayanamıyorum bir laf ediyorum ona da sinirleniyorum.
Kendimi yenmekte çok zorlanıyorum. Bu yüzden belki de tasavvufla, sufilikle uğraşıp duruyorum. Çünkü dünyadaki iyi-kötü herşeyin kendini yenmekle (nefs de diyorlar buna) ilgisi olduğunu düşünüyorum. Kendimi tanıyıp, iyi ve kötü özelliklerimi olduğu gibi kabul edip bunları aşma yolunda gitmeye çalışıyorum. İnsanları gözlemleyerek, eleştirmeden, yargılamadan onların bana yanlış gelen taraflarından kendime pay çıkartarak devam ediyordum kii Niyancığım bana annesinin yazmış olduğu bu kitabı yollayana kadar. Kitaba başlayınca gördüm ki bu kitap bana yardımcı olması için bu zamanda okunması gereken bir kitap. Tabii ki de bana bir süre önce tavsiye edilmesi, Nihan'la tanışmam, kitabı onun evinde görmem, annesinin yazmış olması, annesinin büyük bir incelikle bana yollaması tesadüf değil.
Demem o ki kendimi yenmeye daha da yaklaştım. Bu bir yolculuksa eğer ara yoldan çıkıp otobana saptım diyebilirim.

not: Kitabın adı Makrokozmostan Mikrokozmosa efenim.

22 Şubat 2010 Pazartesi

Bana canım deme

Geçenlerde netten ürünlerini satan bir yerden alışveriş yapmak istedim. Ürünü seçtim, mail attım. Gelen cevap ; Ttlım (tatlım oluyor), cnm (canım), bbğim (bebeğim)li bir cevap. O an kızdan daa üründen dee nefret ettim. Yahu insan tanımadığı biriyle böyle nasıl laubali olur.
Sonra başka gün ablama giderken pastaneye uğradım. Bir şey soruyorum , canım o şöyle tatlım o böyle. O kadar sinir bir durumdu ki yahu diyecektim ben sizin nerden canınız falan oluyorum ya bu ne iş?
Birinin bu insanlara böyle konuşulmaması gerektiğini söylemeleri lazım. Böyle kaypak bir konuşma tarzının insanları ne kadar irrite ettiğinin farkına varmaları lazım. Ben böyle cümleler kuran birini görünce direk soğuyorum ve o kişiye saygım da bitiveriyor. Bir gün tersleyeceğim ama ne zaman.

Sonra mesela bir de apartmandaki kapı açma durumu vardır. Sen kapının önündesindir, zile basmış beklersin, arkadaki de gelir başka zile basar, otomatiğe basılınca yarma gibi seni itip önden gider. Veya sen kapıyı açar beklersin nezaket gösterip, ama kişi yine yarma gibi teşekkür etmeden geçer.
Yahu teşekkürü de geçtim geçenlerde şaka gibi bir olay oldu.
Eve geldim zile bastım. Arkamda da bir adam bitiverdi,apartmandan. Otomatiğe basıldı ve adam beni itip "Çüüüş" deyip içeri girdi, kapıyı da tutmadı! Çüüşş mü?! Pes!
Satış görevlileri, kasiyerler, herhangi bir iş mensupları... Lütfen artık canımlı cicimli konuşmaktan vazgeçin. Bu samimiyet göstergesi değil insanı rahatsız edici bir şey oluyor.

Tamam mı canım :P

19 Şubat 2010 Cuma

Evlat


Kimdir evlat? Doğurduğun mudur? İnsan mıdır? Bazıları için kedisidir köpeğidir, bazı sanatçılar için eserleridir vs.
Bugün bir görüşmem vardı. Yeni bir öğrenci. Annesiyle görüşeceğiz, çocuk hiperaktif belli. 5 Yaşında.
Anne - baba eğitim durumu; ilkokul. Baba ne işle meşgul; Sac işleriyle uğraşıyor, babam gibi. Anne, ev hanımı. Hah dedim içimden doğurup durmuştur şimdi peş peşe. Annesine sordum, kaç kardeşler dedim. Yok tek çocuk dedi. Benim olmadı çocuğum dedi. 8 gebelik geçirdim 7. ayımda kaybettim bebeklerimi hep dedi, karnımda öldüler. Ben şaşkın halde bakalaırken bu çocuğumu da yuvadan aldık yanında söylemek istemiyorum dedi kısık sesle.
Ne yapalım dedi, ayrılacak mıyıdk eşimle, insan birbirini sevince her şeyin üstesinden gelir dedi. Her şey doğurmak mı dedi, o da benim evladım dedi. 2 sene bekledik başvurduktan sonra dedi. 2 buçuk sene hatta. Testler, incelemeler... Sonrasında da haber geldi kabul edildi başvurunuz diye. Eşim dedi gel seçelim. Ben dedim evlat ayrılır mı, ben seçemem sen al bana getir dedim. 1 buçuk aylıktı bana geldiğinde ben baktım ona ben büyüttüm dedi. Sonra kalbinde üfürüm çıktı dedi, bi de doğumda kordondan enfeksiyon kapmış çok hastalandı, 2 kez ateşli havale geçirdi hastanelerde kaldık dedi. Şimdi büyüdükçe bakıyorum yaşıtlarından farklı. Düzenli bir psikolog var dedi gittiğimiz, hiperaktif dedi, insanlar anlamıyor, parklarda topluluk içinde kızıyorlar bana, sen ne biçim annesin diyorlar, çocuğuna söz geçiremiyorsun çok yaramaz. Halbuki bilmiyorlar ki dedi. Gözleri doldu. Siz dedim çoğu insanın yapamayacağı bir şeyi yaptınız bravo size, harikasınız dedim. Hiperaktivite bir özür değil, zekayı etkilemez dedim.Dikkat artırıcı çalışmalar yapacağız dedim. Parladı sevinçten. Sahi mi dedi ben bilmiyordum.
Utandım kendimden, önceki düşüncelerimden. Ne cahilim dedim kendi kendime. Ben şu öğretmen halimle ondan daha cahil, daha kötü kalpliyim dedim. Onlar gidince düşündüm. Kaç kişi onun yaptığını yapabilirdi? Kaç erkek karısına bu denli sahip çıkabilir ve evlatlık almak isterdi? Kaç kişinin evliliği yıkılmazdı bundan? Ya ben yapabilir miyidm böyle bir şey. Bir çocuğu karnımda değil kalbimde büyütebilir miydim? Kan çok mu önemliydi ki? O çocuğa sinirlendiğimde veya sorunlar çıktığında düşünmez miydim hiç "kendi çocuğum olsaydı böyle olur muydu" ları ... Yüzünde, davranışlarında, mimiklerinden benden veya babasından bir şey bulamamak ne derece etkilerdi beni? Kendi bedenimiz söz konusu olduğunda ne kadar benciliz halbuki. Organlarımız bir mezarda çürüyeceği halde organ bağışı yapmayız, kimseye kanımızı vermeyiz, kendi kanımız dışında bir çocuk istemeyiz. İlla kendi kanımızdan olacak. Olmazsa da hiç olmasın daha iyi deriz. Çocuksuz ömrümüzü tüketiriz ama yine de başkasının kanından çocuk almayız. Evlatlık deriz adı bile antipatik. Bence insan kendi doğurduğu çocuğu illa ki sever ( şimdi çöpe çocuğunu atan, doğurup doğurup sokağa atan insanları örnek göstermeyin) , önemli olan bu şekilde annelik yapabilmek bence maharet.
Evlat işte. Boşuna düşünmüşüm dedim kendi kendime. O en ağır özürlü çocukların ailesi bile "keşke doğmasaydı" demediğine göre bu işte vardır bir keramet, bu annelik böyle bir şey demek.
Ben şimdi çocuk sevmeyedurayım, çocuk fikri aklıma geldikçe uykumdan, hayatımdan, keyiflerimden vazgeçmeyi göze almayayım atı alan Üsküdar'ı geçiyor annelik kanda değil kalpte bitiveriyor.


Foto

11 Şubat 2010 Perşembe

Çocukken

Şimdinin çocuklarına bakınca, aslında bizim eskiden istediğimiz imkanlara sahip olduklarını ama asla bizim o zamanki ruhumuza sahip olamayacaklarını düşünüyorum.
Zamanın ruhu denen şey o zamanlar çok daha sıcak, sarmalayıcıydı.
Kek kokusu hatırlıyorum o zamana dair, komşumuzun fırınlı sobasında pişen , daha sonra ıslak kek halini alan o nefis kekin kokusunu...
İncir sütünün elimizi ne kadar kaşındırdığını ve o acımtrak hissi hatırlıyorum...
Bahçemizde kendime iki tuğla ve bir sactan yaptığım ocaktan çıkan is kokusunu hatırlıyorum mesela...
En çok ta babamı hatırlıyorum aslında.
Onun tepsine tüneyip saatlerce saçlarını taramamı hatırlıyorum. Onun saçlarının yaptığı işten teneke gibi kokmasını hatırlıyorum...
Görüntüler , kokular , sesler geliyor bana.
Mutfak tezgahına oturmuşum , babamın büyük aynanın karşısında yerini alışını izliyorum. Traş takımını, sopaya takılı Arko tıraş sabununu, fırçayla köpürtüşünü, yüzüne sürüşünü, benim de fırçayı alıp yüzüme sürmemi hatırlıyorum. Tıraş olduktan sonraki "an" ı hatırlıyorum. Bana kendini öptürüşünü, kokusunu...
Evimizde, kendime kullanılmayan "yukarki oda" yı oda yapışım...
Beyaza boyuyor annemler, boyanın içine kireç de atıyorlar ki böcek gelmesin . Orada yatıyorum kalkıyorum. Zamanımın çoğu orada kitap okuyarak, dergi okuyarak geçiyor. Oturma odasındaki sesleri hatırlıyorum. Babamın A Takımı adlı diziyi izlediğini anlıyorum seslerden.
Çocukça özgürlüğümü hissediyorum.
Sokakta büyük şok! Aldığımız son topumuz patlamış, büyük yastayız. Top için bir mezar kazmaya karar veriyoruz. Süsleyeceğiz mezarı, gözlerimiz kapalı çiçekler toplayıp süslüyoruz top anıtmezarını. Gözlerimiz kapalı olacak ki, mezar bittiğinde açıp bitmiş halini görüp daha çok sevinelim.
Sevincimi hatırlıyorum.
7. Doğumgünüm. Komşumuza "oturmaya" gitmiştik. Otrmaya gidilirdi o zamanlar. Annelerin kaş gözüyle görece sakin oturduğumuz oturmalar...
Eve dönüyoruz.
O da ne, içerde bir şeyler yanıp sönüyor. Korkuyu hatırlıyorum ve merak...
İçeri giriyoruz, bana hediye oyuncak ayı almışlar, gözleri yanıp sönenlerden. Babam biz eve gelmeden ışıklarını yakmış bana sürpriz yapmış.
Yanıp sönen gözlere sahip ayımın pillerini çıkarıp yaladığımı hatırlıyorum. Pil tadını hatırlıyorum.
Uykuluyum, gece, bir yerden dönüyoruz, ben babamın sırtındayım, pembe hırkam var. Gözlerimi kapatıp sızıyorum...
Güveni hatırlıyorum.
Beyaz rugan ayakkabılarımı hatırlıyorum.
Misafirlikteyiz, bayır aşağı ayakkabılarımızı kaydırıyoruz. Felaketin gelmesi çok sürmüyor. Çenemin üstüne düşüyorum. Dişler dudaklar harap. Kan tadını hatırlıyorum...
Mandallarım vardı. Onlar aileydi, mandal ailesi. Bizim evin rafları da evleriydi. Yüzme havuzları da vardı plastik saklama kabından.
Onları çiftleştirdiğimi hatırlıyorum.
Cam boyası yapıyoruz Burcu ile. Öğretmen ödev vermiş çünkü. Yapılacak. Annemin sevdiği örtülerden birinin üstünde yapmaya karar veriyoruz. Karar sebebimiz elbette o örtünün olması değil ama öyle denk geliyor diyelim. Olan oluyor, yeşil cam boyası örtüye dökülüyor. Eyvah nasıl çıkacak örtüden! Kimyasal maddeler dökmeye karar veriyoruz. Önce cif sonra çamaşır suyu sonra gaz (!) sonra porçöz (!) sonra tiner (!) sonra aseton. Hafiften boğaımız yanmaya başlıyor penceresiz banyoda. Örtüyü havuza atıp kendimizi de dışarı atıyoruz. Bir sürahi tuzlu ayran yapıyoruz önce. Ya zehirlendiysek dimi. Bir sürahi ayranı bitiriyoruz zehirlenme korkusuyla. En son örtünün boyalı kısmını makasla kesmeye karar veriyoruz. Akıl işte.
Salaklığımızı hatırlıyorum.
Bir sürü kitabım vardı, abone olduğum çocuk dergilerimin oluşturduğu yığın vardı. Bir gün durduk yere aldım hepsini bir leğene doldurduğum gibi attım. Ne aptallık. Ama Fadiş'i atmadım. Fadiş başka, ilk göz ağrım. Fadiş ve Kim kimdir ansiklopedilerim.
Fadiş'teki hüznü hatırlıyorum.
Akşamsefasının suyunun elleri nasıl kaşındırdığını hatırlıyorum.
Kız kaçırandan ne kadar korktuğumu hatırlıyorum
Mahallenin alakasız bir yerine kilim serip saatlerce evcilik oynamanın hazzını hatırlıyorum
Mahallelinin beğenisine (!) sunduğumuz gösterimizi hatırlıyorum. Toplanan bilet paralarıyla abur cuburun dibine vurduğumuzu da...
Tatil dönüşünde arkadaşlarımın metruk bir evin bahçesine yapmış oldukları tahtadan evi görüp şaşırmamı hatırlıyorum. O eve açılış yapmış, kurdele bile kesmiştik.
Yağmurda o evin içine girip çatısına vuran tıp tıp sesleri dinlediğimi hatırlıyorum.
Peçete koleksiyonu yapılıyordu eskiden, bir de şıpsevdi sakızlarının kağıtları saklanıyordu.
Başkası için hiç bir şey ifade etmeyen anılar, sesler ve kokular.
Bir evin merdiven girişine çimentodan yaptığımız minicik kuş havuzu, çamaşır telinde voleybol, boruyla üflenen külahlar, hop topla bayır aşağı koşmaca, mahallenin korkulan köpeği Dino'nun zincirini koparıp çocukların arasına dalması, patenle bayır aşağı kaymaca ve düşmece, evlerde yapılan ruh çağırma seansları, evlerde yapılan filmler, evlerde yapılan yataktan mindere minderden komidine atlamacası, komşumuzun ördeği Cafer, hep korkulan, rüyalarımıza giren, kendisini görmediğimiz ama karısının tırnaklarını söktüğü bilinen eski komşu Cengiz, gizli gizli bahçesine girdiğimiz "Özenlerin evi", baharda açan mor salkımların aygın baygın kokusu, beyaz köpüklerin duvara sürtülürken çıkan sesi, mantar tabacası kokusu, gençlik rüzgarları dizisi...
Bunları güzel yapan neydi bilemiyorum şu an. Sadece o zamanlar hissettiklerim ve o zamanlara olan özlemim hiç bitmiyor.
İkibinli yılların ruhu olduğunu pek sanmıyorum. Bizim çocuklarımızı ne tür kokular, hisler ve görüntüler bekliyor bilmiyorum ama bunlar olmadan da çocukluk olamazmış gibi geliyor bana.


foto

9 Şubat 2010 Salı

Minnoş'tan haber var.



Yaşasın! Minnoş'a yuva çıkmış! Bir hayvansever Minnoş'a sahip çıkmış. Evin diğer köpeği sorun çıkarmazsa artık Minnoş'un yeni yuvası orası. Adı da Hera olmuş , mutsuz Minnoş olmuş potansiyel mutlu Hera.
Potansiyel diyorum çünkü fotolara bakarsanız hala onun nasıl mutsuz olduğunu anlarsınız.
Ancaaaaaaaaaak evdeki köpekle sorun yaşarlarsa ne yazık ki yeniden yuva arayacakmış. İnşallah böyle bir durum hiç olmaz.
Oh çok sevindim.
Darısı diğer yuva arayan köpeklerin başına.

haber:http://www.fatihbelediyesiyedikulehayvanbarinagi.com/ana-sayfa/minnosun-sansi-dondu/

7 Şubat 2010 Pazar

Mutsuz minnoş


Böyle haberleri okudukça kendi dert ve sıkıntılarım bana vız geliyor, yazmaya bile değmeyeceğinden yazmıyorum.
Minnoş bir grup sapığın elinden ihbar üzerine kurtarılıyor. Anlaşılıyor ki defalarca bir yere kapatılıp tecavüze uğramış, anlaşılıyor ki kanser olmuş. Şu an Yedikule barınağı darülaceze koğuşunda kalıyor.
Minnoş'un durumundan şüphelenen iyi kalpli bir kadın günlerce Minnoş'u takip ediyor. Fark ediyor ki bir kaç günde bir , aynı kişiler bu köpeği alıp iki saat sonra geri getiriyorlar. En sonunda köpeği evinde saklayıp barınağa getiriyor.
O kişiler şimdi sokakta elini kolunu sallaya sallaya dolaşıyor. Sorarım size insan tecavüzcüsü sapıklardan ne farkı var bu müsveddelerin?
Bazen düşünüyorum acaba bu insanlar öbür dünyada bunun cezasını çekecekler mi? Burada olmayan adalet onları orada yakalayacak mı? İsyan edesim geliyor bazen.
Minnoş ,mutsuz,hayata küsmüş, hasta, iştahsız... Gözlerinden de anlaşılıyor zaten mutsuzluğu...
İnsanların pislikleri artık midemi bulandırıyor, ruhum daralıyor.

Minnoş'u sahiplenmek isteyen, ona bu günlerini unutturacak, evine almasa da onu orada ziyaret edecek kimse yok mu?
Lütfen...

4 Şubat 2010 Perşembe

Cevap var!

Beykoz 'da yaşananlarla ilgili atılan maile cevap geldi.
Yorumsuz aktarıyorum:


Konu Beykoz Belediye Başkanlığı' nın yetki ve sorumluluğundadır. Beykoz Belediye Başkanlığı' ndan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı Beyaz Masa Birimine gönderilen cevabi yazı aşağıdaki gibidir. Beykoz Belediye Başkanlığı' nın iletişim bilgileri aşağıda tarafınıza verilmiştir.


Adres:

Gümüşsuyu Mahallesi Kelle İbrahim Caddesi No: 43 34820 Beykoz

İstanbul / TÜRKİYE

Telefon:

+90 (216) 322 25 04

Fax:

+90 (216) 331 05 23

E-Posta:

beykoz-bld@beykoz.bel.tr


Kamuoyunun bilgisine


Beykoz Belediye Başkanlığı olarak seçildiğimizden bu yana sokak hayvanları ile ilgili bölgemizde bu konuyla ilgilenen şahıs ve derneklerle defalarca toplantılar yaptık. Anadolu yakası Belediye Başkanları toplantılarına bu konuları taşıdık çare aradık. Komisyonlar kurduk. Şimdi şubat ayı içerisinde bu konuyla ilgili bir sempozyum çalışması yapılacak.

Ayrıca;

1 - Beykoz'da sokak hayvanları ile ilgilenen kesimlerin hiçbirisi diğerini beğenmiyor, tasvip etmiyor, beraber çalışmak istemiyor.

2 - Sorumluluğu bizde olan konuda her alanda yetkisizliklerine rağmen karışmak istiyorlar.

3 - Barınağımıza giriş çıkışlarda kendilerini tek yetkili olarak görme alışkanlıklarından vazgeçmek istemiyorlar

4 - Hayvanseverler arasından seçtiğimiz bize danışmanlık yapacak hanımefendiyi beğenmiyorlar.

5 - Yetkili olsun dedikleri insanlara yetki veriyoruz onu da beğenmiyorlar.

Neler yaptık:

- Hayvanseverlerle defalarca randevu derdik (hepsi kayıtlı) görüşmeler yaptık.
- Bütün sokak hayvanları ile ilgilenen kuruluşları enaz 3 kere bir araya getirerek ortak çalışma alanları oluşturmaya ve ortak fikir birliği sağlamaya çalıştık.
- Köy ve mahalle muhtarlarımızı ortak toplantıya çağırdık onlara ilgili yasa hükümlerini ve sorumluluklarını anlattık.


- Sokak hayvanları ile ortak yaşanması gerektiğini ve bu kavramı yerleştirecek çalışmalar yaptık.

- Halk günlerimizde yoğun olarak gelen şikayetlere cevap vermeye halkı sokak hayvanlarına karşı daha duyarlı olmaya çağırdık.

- Beykoz Belediye Meclisi olarak bu konuyla ilgili araştırma yaptık
- Konuyu Anadolu yakası belediye başkanları toplantısına taşıdık.

- Bu konuda sempozyum yapılmasına destek verdik.

31.01.2010 tarihinde meydana gelen olaylarla ilgili görüşümüz;

- Olayı meydana getirenleri kınıyorum

- Hiçbir şekilde olayı tasvip etmemiz mümkün değildir

- Olayın oluş şeklini, hayvanların ne şekilde zehirlendiğini tetkike çalışıyoruz

- Elimizde bütün hayvanların bedenleri bulunsaydı olayın tıbben nasıl olduğunu daha rahat çözecektik. Ancak hayvan bedenleri bazı kendini bilmezler tarafından kaçırılmıştır.

Ancak:

- Olayla uzaktan ve yakından ilgisi olmayan Belediyemize karşı yapılan saygısızlığı, pervasızlığı ve insanlık dışı (hayvanseverliğe hiç sığmayan davranış tarzı) yapılan saldırıları kabul etmek mümkün değildir.
- Demokratik toplumlarda tepkinin modern, çağdaş usullerde yapılanları makbuldür. Çözüm bu şekilde olur. Dün gece tepki gösterenlerin tavırlarını anlamak ve hoş karşılamak mümkün
değildir.
- Hele hele, olay hakkında bilgi isteyeceğine içeriğini bile okumadan birilerinin hangi maksatla kaleme aldıkları e-mailleri bize gönderenleri düşünmeye davet ediyorum.
- Birilerinin dolmuşuna binmeyen, dolmuşuna gelmeyen, iyi niyetlerinizi, kötü niyetlilerin heveslerine altlık yapmayın.

- Kötü sözler mutlaka ilgilisine döner.
SONUÇ:

Beykoz Belediyesi olarak şeffaf bir yönetime sahibiz. Hiçbir kimse bizim hayvan haklarımıza olan duyarlılığımız test etmesin.
Biz insanız, her insanın ne ifade ettiğini, hayvanlarının haklarının ne olduğunu biliriz.
Hayvanseverler kendi aralarındaki ilişkilerde bizi kullanmaya kalmasınlar.
Biz insanları ve hayvanları (Allah'ın yarattığı bütün varlıkları) seviyoruz.
Yapılan provokatif olayı çözmeye çalışıyoruz. Elde edeceğimiz bilgileri sizinle ve kamuoyuyla paylaşacağız.
Bu hususları bilgilerinize ve kamuoyuna arz ederiz.

Saygılarımızla


Beykoz Belediye Başkanlığı



Cevap bu.

YORUMU SİZE BIRAKIYORUM.

1 Şubat 2010 Pazartesi

Cehennemin dibine kadar yolunuz var!!!




Yine itlaf , yine cinayet! Beykoz'da onlarca köpek zehirlendi! SUSMAYIN! SUSMAYIN! SUSMAYIN!!!

Bu kaçıncı ya! Yazacak kelime bulamıyorum. Yazsam da nafile artık. Çok geç onlar için. Of of off!!!
İçine edeyim sizin kültür başkentinizin, belediyecilğinizin, hayvansevmezliğinizin!
Başa çıkamıyorsunuz, adam gibi kısırlaştıramıyorsunuz, kontrol edemiyorsunuz, kendi basiretsizliğinizin cezasını bu garipler çekiyor! Yazıklar olsun yazıklar olsun!!

O öldürdüğünüz anne köpeğin dört yavrusunun bakışlarına da mı aldırmadınız be! Ölmüş sizin insanlığınız!

Sessiz kalmayın!
İlgili haber:

http://www.cnnturk.com/2010/turkiye/02/01/beykoz.ormanlarinda.yine.kopek.katliami/561829.0/index.html

Tepkiniz için dilekçe örneği:

stanbul Büyükşehir Belediye Başkanlık Makamına;
Sn Kadir Topbaş,

İstanbul'un dört bir yanından küpeli köpekler de dahil olmak üzere tüm sokak hayvanlarının toplandığı bilgisi, küpe numaraları ve ilgili toplayan belediyeler tarafımızdan bilinmektedir. Bildigimiz tüm belediyeler bunu yapmakta ve emrin yukarıdan geldiğini telaffuz etmektedir. Kadıköy, Üsküdar'ın çok sayıdaki yerel hayvan koruma gönüllüleri ve sayıları çok fazla olan mahalle korumacıları sokaklarında sahiplendikleri küpeli köpeklerin toplanmasına isyan etmektedir.

İstanbul'un Kültür Başkenti seçilmesi, bu yönde en büyük temizliğin yine sokak hayvanlarımızdan başlaması ne yasa ile ne de vicdan ile kabul edilebilir bir durum değildir. Tarihi eserlerin pislik içinde olması, yolların delik deşik olması,çöplerin toplanmaması,kültürümüze işlemiş ama sokak hayvanlarının varlığı, ne yazik ki, temizlikte yıllardır ilk sırayı almaktadır…

5199 sayılı yasa ve 26166 sayılı yönetmeliğinin ilgili maddeleri sokaktan toplanan küpesiz hayvanların, rehabilite edilerek sokaklarına dönmelerini emreder.

Yasa ve yönetmeliği işine geldiği gibi kullanan yerel yönetimlere neden barınağınız boş dediğimiz de biz yasanın emrettiğini uyguluyoruz, alıp sokaklara bırakıyoruz diye kendilerini savunanlar, bugün aynı sokaklarda tek tük kalan sokak hayvanlarını yine toplayıp, olmayan barındırma merkezlerine götürüyoruz diye halkı kandırmaktadır.

En iyi ihtimalle ormana atılan sokak hayvanları bile Beykoz, Tayakadın, Bolluca, Akfırat ormanlık alanından bile yok edilmektedir. Yasayı çıkaranlar da sizlersiniz, çıkardığınız yarım yasayı ihlal edende siz yerel yönetimlersiniz..

Bu uygulamaya asla izin vermeyeceğimizi, hayvanseverler olarak geniş bir kamuoyu kampanyası ile bunu tüm yurtta duyuracağımızı, sokak hayvanlarımızdan elinizi çekene kadar devam ettireceğiz.

İtlaf zihniyetinin yüzyıldır geleneklerinize işlemesinin ceremesini sokak hayvanlarımıza ödettiremezsiniz.

Osmanlıdan kalma,tarihi eserleri Kültür Başkenti olan İstanbul da ,gelecek turiste göstermek için çaba harcarken, Osmanlı nın sokak hayvanlarına merhametli yaklaşımını, hayvanlar için kurulan vakıf ve hastaneleri, kedi ve kuş evlerini, mezarlarımızda kuş suluklarını göstererek KÜLTÜRÜMÜZE DAHA FAZLA SAHİP ÇIKARDINIZ..!

Sokak hayvanlarımız için yapılmasını istediğimiz doğal alanları onlardan esirgediniz. Yasada bu uygulama yok dediniz. O halde yasayı uygulayın ve sokaklarımızda yaşaması gereken, küpeli ve aşılı köpeklerimizi
emirler vererek yok etme eyleminizden derhal vazgeçiniz.

İstanbul'un Kültür Başkenti seçilmesi sebebiyle gelecek olan yabancı konuklar, emin olun ki, bu ülkenin sokak hayvanlarına sizlerden daha merhametli davranacaklardır.

Sokak hayvanlarımızın kaderi, sizlerin iki dudağı arasında değildir.

4982 ve 3071 sayılı bilgi edinme hakkımıza istinaden yukarıda yazdıklarımıza ve aşağıda sorumuza yasal süresi içinde cevap vermenizi arz ederiz.

13 Kasım 2006 da Kültür Başkenti ilan edilen İstanbul'da, 2010 için sokak hayvanlarını toplayıp öldürmekten başka ne gibi çalışma yapılmıştır?

İsim
Soyisim
TC kimlik no
gönderilecek adresler
baskan@ibb.gov.tr
info@istanbul.gov.tr
basin@icisleri.gov.tr
mahalli@mahalli- idareler.gov.tr
teftis@icisleri.gov.tr
bilgiedinme@ibb.gov.tr
mahalliidareler@istanbul.gov.tr
mahalli.bilgiedinme@icisleri.gov.tr
bilgiedinme@tbmm.gov.tr
beyazmasa@ibb.gov.tr
veteriner@ibb.gov.tr
fahrettin.cerrahi@ibb.gov.tr
recep.zafer@ibb.gov.tr
istanbul@cevreorman.gov.tr
bilgi@istanbulcevor.gov.tr
"Telefon: +90 (216) 322 25 04
Fax: +90 (216) 331 05 23