25 Nisan 2010 Pazar

Dammit ! I changed again.


Liseye kadar pek seçilebilir bir müzik zevkim yoktu. Ne olursa dinliyordum. Zaten "Ateşteyim ateşte ateşte, aklım gitti bir kıza işte, hayır mı şer mi bilmem ama, ateşteyim ben ateşte..." ile giden bir zamandaydım.
Lise 2 de ilk cd mi aldım: Papa Roach İnfest!
Şahane bir giriş şarkısı vardı, Last Resort.
http://fizy.com/s/1deu3t
Ve tabi ki infest

http://fizy.com/s/17ayut

Sonra gerisi geldi.

Biraz önce The Offspring'in klibini görünce aklıma geldi. Lisedeki çılgın arkadaşım Sena ile KoRn, SOAD, L7, Linkin Park, Nirvana, Radiohead, Marilyn Manson ve elbette The Offspring dinlerdik. Hepsi ayrı de The Offspring başkaydı. Bende bir sürü albümü vardı. Hatta şimdi şarkılarını bir bir bulup dinlerken sonraki şarkıda albüme göre hangisi geldiğini bile biliyorum hatırlıyorum.
En favori şarkılarımdan biri de , Dammit , ı changed again adlı şarkıları idi.
Off, deliriyordum.

http://fizy.com/s/16os2f

Ben izninizle şimdi kendimi geçmişe götüreceğim ve bu şarkıları neden dinlemeyi bıraktığımı düşüneceğim.

21 Nisan 2010 Çarşamba

Cocukerkillik

Pazar günü Hürriyet'in pazar ekinde çocukerkillik üzerine bir yazı yayımlandı. Artık ailede çocuklar söz sahibi olmaya başlamış. Hatta çocuklar daha da ileri gidip annelerinin saçına, kıyafetine, alınan otomobile kadar her şeye karar verir olmuşlar. Yazı diyor ki, artık demokratik aile yok çocukerkil aile var.
Buradan Hürriyet'in ekindeki arkadaşlara GÜNAYDIN! demek istiyorum. Yeni mi fark etmişler? Zira ben çocuklarla ve ailelerle haşır-neşir olmaya başladığımdan beri bunun farkındayım.
Artık yeni nesil böyle.
Yazıda çocukerkilliğe yatkın aileleri de listelemişler:

*Anne-baba yaşının ileri olduğu aileler
* Tek çocuklu aileler
* Tek ebeveynli aileler
* Çocuğun evlatlık olduğu ya da çok geç doğduğu aileler
* Çocuğunun geçmişinde ciddi sağlık sorunu bulunanlar
* Travmalar bulunan aileler
* Anne ya da babanın bağımlı kişilik yapısına sahip olduğu aileler


Hay ağzınızı öpeyim sevgili yazarlar. Gerçi ben bu faydalı ve hislerime ve düşüncelerime tercüman olan yazıyı okurken daha farkındaydım ki tabi ki de bu yazıyı çocukerkil aileler okumayacak, hatta okuyanlar da biz öyle değiliz ki yanılgısına düşecekler. Sonra da gazeteyi kapatıp çocuklarının seçtiği zamanda evden çıkıp yine çocuklarının seçtiği yere gidip çocuklarının seçtiği aktiviteleri yapacaklar.
Yazıya göre -ki bence haklılar, modern çağın reklamlarının önemli bir kısmı bu çocuklar için çalışıyor. Son çıkan toyota reklamı gibi reklamlar daha çok çocukları hedefliyormuş.
Hep söylemişimdir, annelik insana kişiliğini kaybettiriyor diye. Ben diye bir şey kalmıyor. Biz düşüncesi hakim oluyor diye. Hatta çocuk doğunca eşinden bile "babamız" diye bahsediyorlar. Ben böyle diyenlerin yalancısıyım. Kendini geri plana atmak, isteklerini, hayallerini ötelemek sanırım seni en iyi anne yapan şeyler. Ama anlaıdm ki annelik böyle bir şey. Bencillikten tamamen çıkıp - hayır hayır bunu yazamayacağım bence bencillik aynen devam ediyor sadece tek bir kişiye karşı bencillik zırhını kaldırıyorsun çünkü. Eşine dostuna ailene aynı insansın çünkü.
Neyse konuma dönecek olursam, yazıda uzmanlar diyor ki, çocuklara da tercih yapma hakkı verilmeli ancak çocuk hayır kelimesini de bilmeli. Sanılanın aksine sınırları olan çocuk kendini daha güvende hisseder, aksi takdirde tatminsiz bir birey olur.
Her şeye çocukların karar vermemesi fikrini başından beri destekliyorum. Hem de bir eğitmen olarak. Çocuk henüz çocuk olduğu için karar verme yetileri henüz tam işlemez durumdadır ve vereceği kararlar o anlık ve çocukça mantığa sahip kararlar olacaktır. Halbuki çocuk ruhen ve bedenen gelişen ve olgunlaşma evresindeki yetişkin adayıdır. Daha öğrenme ve keşfetme sürecindedir. Bu dönemde sınırsızlık ve serbestlik ona ilerde mutsuzluktan başka bir şey getirmeyecektir.

Bana velilerim diyor ki: çok sinirli, çok huysuz, evde bir oyunla oynamıyor sürekli bizim peşimizde, sürekli kavga halinde, bizi hiç dinlemiyor,hayır sözcüğünü duyduğu an kendine zarar veriyor, ağlıyor bağırıyor. Oysa çocuk seansta ve-veya anaokulunda hiç öyle davranışlar göstermiyor. Ev ve aile yanında olmadığı bu durumlarda hem mutlu hem uyumlu sakin bir çocuk oluyor.Halbuki okulda ve benim yanımda kurallar var, sınırlar var, yönlendirmeler var. Çünkü çocuk o bulunduğu ortamda güvende hissediyor. Yetişkinler zaten kendisi için verilecek kararı vermiş o ortamı hazırlamış oluyor. Ona da sadece çocukluğunu yaşama ve eğlenme olanağı kalıyor.
Bir yerde it eğitmen gibi. Köpek eğitiminde de köpeğiniz için baştan kuralları belirlersiniz. Koltuğa çıkıp çıkmayacağı, yemek dilenip dilenmeyeceği, misafir gelince üstüne atlayıp atlamayacağı , havlaması vs. gibi durumlar için eğitirsiniz. Köpek arada bu kuralları dener, koltuğa çıkar, yanınızda yatmaya çalışır, yemek dilenir ... Her zaman tavrınız aynı olmalıdır: HAYIR!
Eğer köpek bir tutarsızlık fark ederse evde kontrolü eline alır ve bir bakmışsınız huysuz, saldırgan ve güvensiz bir köpeğiniz olmuş. Köpekler kural ister, sanılanın aksine kuralların olduğu yerde mutlu olurlar.

Çocuk sahibi olmak da bunun gibi (anne olan it sahiplerinden duyduğum tecrübelere dayanarak söylüyorum).
Çocuklar arada sırada evde olayları kontrol etmeye çalışırlar. Burada basit bunu gyieceğim veya odamda bu olsun kavgasından söz etmiyorum. Mesela misafir gelince ışıkları kapattırıp oturtan çocuklar, misafiri sussun diye susturan çocuklar (anne babaları da susuyor hale bak), sen babamın yanına oturmayacaksın bunu giymeyeceksin diyen çocuklar, şimdi herkes yatacak diyen çocuklar bahsettiklerim. Buna izin veren anne-babaları görünce dehşete düşüyorum doğrusu. İyi bir şey yaptıklarını zannediyorlar. Onlara sorsanız çocuklarının seçimine saygı duyuyorlar (!) ama seçim de ne seçim ama!

Çocukların fikrine başvurulması, kendi odasıyla, alınacak kıyafetiyle, oyuncağıyla , izleyeceği filmlerle ,gidilecek yerlerle ilgili danışılması neyse de her bokunuza da karıştırtmayın be kardeşim.

meraklısına yazı için :http://www.hurriyet.com.tr/pazar/14446619.asp?gid=59

20 Nisan 2010 Salı

Hasta olmanın güzel yanları

Günlerdir zaten boğazım fenaydı, bu sabah da halsizlik ve hasta olma hali ile uyandım.
Artık işyerinde yaşadğım stres mi tetikledi direncimi düşürdü bilmiyorum ama neticede hastayım.
Evdeyim bugün.
Hasta olmanın , yani en azından bu tür evde dinlenerek geçebilecek hastalığa sahip olmanın kendince hoş yanları var.
Mesela yatavizyon yapmak. Kanepeye uzanıp ,üstüne örtüleri çekip, eline kumandaı alıp yorgun gözlerle zap yapmak.
İşyerinde değil de evde olmak.
Sevgilinin sana hizmet etmesi (hakkını yemeyeyim gerçi hep benim için bir şeyler yapar).
Tatlı bir uyku hali, zaman zaman dalıp gitmek.
Vakit bulup izleyemediğim filmler, okuyamadığım kitaplara zaman ayırabilmek.
İnsanların huysuzluğuna katlanması falan.
Yine de sağlıklı olmak gibisi yok tabi ki. Ben hasta olup da su bile içemediğim zamanları biliyorum ne kötü soğuk algınlığı bile.
Bu arada, son zamanlarda işten kaynaklı sıkıntılarımın arasında dün güzel bir şey oldu. Çok beğenip bu siteden aldığım elbise elime ulaştığında pakedi açtım ve kağıttan kuşlarla uğur böceği iliştirilmiş hoş bir not çıktı içinden.
Böyle bir alışverişi bile hoş ve güzel hale dönüştürmek kişinin nezaketini gösterir kanımca.
Çok hoşuma gitti beni mutlu etti.
Nisan ayı beni hasta ettin iyi mi, aşkolsun sana!

19 Nisan 2010 Pazartesi

Tatil

Kumsala uzanıyorum. Kulağımda dalga sesleri sadece. Güneş tepemdeki ağaçların dallarının arasından tenimi gıdıklıyor. Uyukluyorum kitabım elimde. Çok sıcaklarsam atlıyorum denize cısssssssssssss. Sırt üstü vuruyorum kendini denize. Gökyüzüne bakıyorum. Gözlüğümü takıp dibe dalıyorum. Balıkları kovalıyorum. Tembel tembel ayaklarımı vuruyorum. Çıkıyorum susamışım, buz gibi suyumu içiyorum oohh. Çocuk sesi yok ama sadece sessizlik...
Ohhh...
Ne yapacağı belli olmayan sonbahar, soğuk ve sevimsiz kış ve bir türlü gelemeyen bahar derken yaz yaklaştı ve işyerinin yıllık tatil haftası belli oldu. Temmuz'un son haftasından itibaren başlıyor tatil.
Şimdi mesele, nereye gideceğiz ne yapacağız. Geçen yıl Olimpos'a gitmiş, yollarında helak olmuş, sıcağında hayatım film şeridi gibi gözümün önünden geçmiş amaa sakinliğiyle huzur bulmuştuk. Denizi tam benlik, dağdır ormandır nefisti ama çok çok ama çok sıcaktı be arkadaş. Yolu da çok zahmetliydi.
Normal otellerde havuzdur animasyondur o tür bir otel tatilini sevmediğimiz için orada ağaç evlerde kalmıştık. Kalmıştık kalmasına da o kadar sakin bir yerdi ki akşam yemeğinden sonra yapacak hiç bir şey yok. Sıkıntıdan 89438590395604 kere tavla oynadık (hepsinde yenildim yok böyle bir şey ), son 2 gece pansiyon müdürüyle Call of duty oynadık (!). Orada akşam yapılacak en heyecan verici aktivite karanlıkta kafana bir fener takıp sahile yürümekti -ki onu da 2-3 kez yaptıktan sonra fenalık gelir zaten insana.
Bir Kekova tekne turu yapalım dedik, bu sefer de klimasız serviste 2,5 saat gidiş 2,5 saat dönüş , virajlı yollar derken araç tutan benim anamdan emdiğim süt burnumdan ve gerçek anlamıyla ağzımdan geldi.
Gezelim görelim hayatımızın Olimpos kısmını da bitirmiş olduk böylece. Tatilin iyisi kötüsü olmaz güzel bir tatildi neticede her şeye rağmen.
Geldik bu seneye.
Nereye gideceğimizi şaşırdık, ben Fethiye veya Kaş istiyorum ama gidişi eziyetli. Bir kere direk uçuş yok, otobüsle ayrı zahmet. Klasik otel istemiyorum böyle ruhu olan sevimli bir pansiyon da olabilir diyorum ama netten bakıyorum saçma sapan yerler.
Araba byük kolaylık olurdu azizim. Atla arabaya gönlün nereye isterse oraya git, beğenmezsen çek başka yere git, yol üstüne denizini beğen çek kenara denize gir, lezzet durağı mı gördün in arabadan yemeğini ye, hatta belki itini de alırsın mis gibi.
Bu sene için yer arayışı devam ediyor. Önerilere açığım efem.
Tatil istiyorum.


foto

17 Nisan 2010 Cumartesi

The fourth kind



Böyle filmler izlemeyeceğim diye söz veriyorum kendime sonra dayanamıyorum izliyorum tırsıyorum.
Netteki konusuna bakmayın adam gibi konusu yazmıyor.
Abigail Taylor adlı bir kadının başından geçen olayları hem gerçek (yani filme göre gerçek) hem de film versiyonundan izliyorsunuz. Filmin başında filmde oynayan Milla Jovovich bizlere bilgi veriyor ve zaten başında daha olacakların beklentisiyle geriliyorsunuz.
Abigail Taylor bir doktor.Hipnozla tedavi yapıyor. Kendisi gibi doktor olan eşi Will ölüyor ve olayları izlemeye başlıyoruz. Kendisine tedaviye gelen hastaları aynı sorunları yaşamaya başlıyorlar. Gece aniden uyandıklarını ve bir baykuş gördüklerini söylüyorlar. Abigail onları hipnotize ediyor. Filmde hem gerçek kamera görüntülerini hem de filme çekilmiş olanını görüyoruz o yüzden çok gerçekçi geliyor film. (Tabi ki de bir kurgu , tıpkı paranormal activity adlı filmde olduğu gibi pazarlama taktiği ama olsun. )

Filmle ilgili yazarken, neden netteki konusunun bu kadar abuk olduğunu anladım. Çünkü nereden ne yazacağımı şaşırdım :)
Kısacası izleyin. Ben çok beğendim, film beni gerdi ve etkiledi. Paylaşmak istedim.

14 Nisan 2010 Çarşamba

Önyargi




Herhangi birine "önyargılı mısın?" dediğinde , şiddetle "hayıııırr yoookk değiliimm! " diyecektir. Önyargılı olduğu konusunda ısrar ederseniz kızacak, belki de küsecektir.
Ama aslında hepimiz önyargılıyız. Çünkü önyargının illa da kötü olumsuz olması gerekmiyor. Birisi ile ilgili ay ne hoş - ne iyi- ne tatlı diye düşünmek de önyargıdır. O kişiyi tanımadan herhangi bir yargıya varmak önyargının ta kendisidir.

Ama şahsen birisinin benimle ilgili olumsuz bir yargıda bulunmasını olumlu bir yargıda bulununmasına tercih ederim.
Yeni tanıştığım ve kendisiyle ilgili henüz nötr olduğum birinin benimle ilgili "ay Ayşegül çok tatlı, çok sıcakkanlı " diye düşünmesi beni korkutur çünkü. Benim hep sevimli, sıcakkanlı olduğumu zanneder ve çoğu zaman da yanılırlar çünkü.
Olumsuz bir düşüncenin olumluya dönmesi iyi bir sonuç doğururken olumlunun olumsuza dönmesi takdir edersiniz ki berbat bir sonuç doğurur.
Sırf bu yüzden çabuk başlayan ve ilerleyen arkadaşlıklardan korkarım. Çünkü benimle ilgili olumlu bir yargıya varan kişi benim mendaburluklarımla karşılaşınca ( kişiliğimin normal özellikleri olan) ısrarla saman alevi arkadaşlığının sürmesini, her an güleryüzlü ve sıcakkanlı davranmamı bekler.
Benimle ilgili bir önyargıya varmayınız rica ediciğim. Hayal kırıklığına uğrarsınız.


foto

9 Nisan 2010 Cuma

Akşamüstü


En sevdiğim şeylerden biridir bahar ve yaz akşamüstleri.
Hava artık geç kararıyor ya, işten gelince de yapacak şeyler oluyor ya, uyumak istemiyorum ya hemen.
Açıyorum camı ardına kadar, açıyorum müziğimi fark ediyorum ki ben bu kış çok az müzik dinlemişim. Kışın ve yağmurlu sonbaharın mutsuzluğu gitmiş üstümden, tatlı bir bahar rehaveti gelmiş üstüme. Çalışmak istemiyorum, kendimi sokaklara vurmak istiyorum, iş çıkışı Cihangir'e gitmek, sokakta oturup çekirdek çitleyip sohbet etmek istiyorum.
Üstüme bir ince hırka alayım ne olur ne olmazından.
Çocukluğumun geçtiği evde akşamüstleri bahçeye güzel bir serinlik çökünce atardım kendimi bahçeye, müziğimi de camın önüne getirirdim duyayım diye, dergimi kitabımı okurdum.
Veya tatilse eğer annemiz çağırana kadar veya babamız eve gelene kadar arkadaşlarımla duvar tepesinde oturup muhabbet ederdik- ki en tatlı yerinde eve çağırılırdık.
Sonunda bahar geldi.
Oh be!

6 Nisan 2010 Salı

Kadınsı olmak veya Yıldız Tilbe olmak !

Kadın olmak zor değil de kadınsı olmak zor. Ben büyüdükçe ve lisedeki zıttırık ilişkiler yerine düzgün ilişkiler kurmaya başladıkça anlıyorum ki kadınsılık zor iş.
Ben bu kadınsılığın doğuştan geldiğini düşünüyorum, hani küçük kız çocukları vardır böyle uzun saçlı, prenses olmak isterler, etek giyerler, büyürler böyle oje sürerler ergenliğe girerler hemen soluğu çamaşırcıda alırlar sutyen takarlar, sonra bir an önce topuklu ayakkabı giyerler, lisede fondoten kullanırlar, allık falan, renkli lens kullanırlar, kollarında spastik gibi çanta taşırlar ( el bilekten ve dirsekten bükülü) , saçları upuzun ve muhakkak boyalıdır, ne giyerse giysin havası kadınsıdır falan filan.
Bir de bana bakalım, çocukken saklambaç oynarken çişim gelirse ağacın altına ederdim, saçlarımı toplamaz toz içinde yıkatmazdım, pantolon ve tişört giyerdim, gözlerimde zaten gözlük vardı, havalı değildim , büyüdüm bırak sutyeni yarım atlet giydim, külotlarım hello kitty, bett boop vs. idi, Lise mezuniyetime kadar makyaj yapmadım ( bir ara mor far kullanıyordum arada) , parfümümü yoktu cosmo girl o ay hangi deodorantı verirse onu sıkardım, ben kokusuz nivea kullanırdım. Bir ara file çorap merakım vardı onun da altında converse ayakkabı giyerdim. İlk topuklu ayakkabımı lise mezuniyet balosunda giydim gecenin ilerleyen saatlerinde de çıkarttım.
Şimdi kendime bakıyorum da, bir topuklu ayakkabım var, parfüm kullanmaya yeni başladım, bir mini eteğim bile yok var olan eteklerim de güllü dallı veya spor şeyler, trençkotum yok, spastik tutulması gereken çantam yok hepsi çapraz asılan veya omuza takılan cinsten, kumaş pantolonum yok , skinnyjeans aldım ama converse ile kullanıyorum, saçımı sadece beyazlarım yüzünden binde bir boyuyorum çünkü kokusundan nefret ediyorum. Manikürümü kendim yapıyorum ama fazla uğraşmıyorum, hala fondoten kullanmıyorum, dolabımda bir Victoria Secret ürünü yok, kozmetik rafım ağzına kadar makyaj malzemesi yerine cilt bakım ürünleriyle dolu çünkü cilt bakımı yapmaya bayılıyorum ama makyajı sadece mecburiyetten yapıyorum ( felsefem makyajla değil doğal cilt güzelliği olsun) , hayatımda bir kere röfle yaptırmışlığım yoktur (zaten esmerim) , bir kadının olmazsa olmazı kot ceketim, topuklu çizmelerim, minik siyah elbisem yok, beyaz gömleğim yok . Saat, küpe, yüzük, kolye takamam , elimde kolumda hiç bir şey takılı duramaz fenalık gelir. Çalıştığım iş yerinde de formal giyinme yok ki kot tişört yeter. İşyerinde kumaş pantolon falan giyme zorunluluğu olsa sanırım bu şık giyinme işine girişeceğim.

Bazen benden küçük kızlara bakıyorum da çoktan gelişimini ve kadınlığını tamamlamış gibi görünüyorlar. Bense onların yanında Yıldız Tilbe gibi görünüyorum yani sanki ne yapsam tıss.
Sonra sadece giyim kuşamla bitmiyor ki iş.
Havan, edan kadınsı olacak. Mesela bizim Ebru, ne giyse yakışır, eşofman giysin spor, elbise ve topuklu giysin kadınsı olur, basit bir aksesuar bile onu hemen o havaya sokar. Saatleri çok sever mesela. Koca koca saatleri var, ben taksam kolumda iguana varmış gibi eğreti durur. Ama yook, ben topuklu giysem yürüyemiyorum, eşofman giyiyorum çiçekçiye benziyorum ne yapacağımı şaşırdım.
Şuh bakış atamam, sevgilim de şahit , komedi de geyik te harikayım ama romantik ve benzer durumlarda İzzet Altınmeşeyim!
Ne olacak bu halim bilmem.
Ben ölürsem insanlar "ay çok tatlı kızdı, çok sevimliydi, minyon bi tatlılığı vardı vs." diyecekler ama "Hükümet gibi kadındı, sokağa çıktı mı bütün mahalle cama çıkar güzelliğini izlerdi, saçlarını savurdu mu efil efil..., çok zarifti , zerafet kelimesinin yanında fotosu bulunurdu" demeyecekler.
Çocuklarım gençlik fotolarımda babalarıyla bana bakıp ; "hangisi sensin anne?" diyecekler.
Bu böyle gitmez. En kısa zamanda bir imajmeykır bulmak farz oldu bana :P

3 Nisan 2010 Cumartesi

Köpek sahibi olmamak için 32 neden

Madem çocuk sahibi olmamak için 30 nedeni yazdım, bir it sahibi olarak da it sahibi olmamak için nedenlerimi yazayım.


1. Her yer köpek kokuyor. Ha ben o köpek kokusuna bayılıyorum o ayrı.

2. Her yer kıl oluyor. Halı, üst-baş , mutfak, yemekler vs. (Daha detaylı bilgi için önceki yazıma bakınız lütfen)

3. Evinize pek misafir gelmiyor.

4. Gelen misafir her şeyden huylanıyor, siz onca kıla, kokuya , salyaya alışmış olabilirsiniz ama millet sevmek zorunda değil.

5. Sağlıklı haliyle bile maması, aşısı, damlası, ödül bisküvisi, kemiği , tasması, yağmurluğu , tıraşı vs. masrafı var. Hastalandığında da köpek sigortası diye birşey olmadığı için bir servet harcayabilirsiniz.

6. Sürekli suçluluk duygusu yaratır. Çalıştığınız için yeterince ilgilenemezsiniz, eve kapatmak zorunda kalırsınız, akşam da sürekli size sırnaşır, haftasonu onsuz plan yaparsınız, yaz tatillerinde yanınıza alamazsınız. (Arabanız ve gideceğiniz yerde ite izin varsa ne ala , ama yoksa? )

7. Isırır. Veya ısırabilir. Benimkisi agresiftir, regl dönemlerinde yanına varılmaz, benle tanışsanız kollarımdaki izlere hayret edersiniz, işkence görmüş çocuk gibiyim. Bir gün sizi, eşinizi dostunuzu veya çocuğunuzu veya başkasının çocuğunu ısırabilir.

8.Aşısını ihmal ederseniz o da siz de ölebilirsiniz.Ayrıca kişisel bakımını da ihmal etmemeniz lazım. Hemen her gün taramak, kulaklarını patilerini gezdirdikten sonra kontrol etmek, kendi şampuanıyla ayda 1 kez yıkamak, yan tırnaklarını kestirmek, kulak ve ağız kokusunda bir anormallik var mı diye kontrol etmeniz gerekir.

9.Kendi eviniz değilse çok sorun olacaktır, çoğu sitede veya apartmanda evcil hayvan beslemek yasaktır. ( Nedense dandirik muhabbet kuşları, balık, su kaplumbağası ve- veya hamster buna dahil değildir )

10. Sokakta gezdirirken olmadık bir dükkanın önünde çiş yapacak ve bütün şiddeti üstünüze çekeceksinizdir.

11. Sokakta veya parkta gezdirirken annelerin hışımına uğramanız kuvvetle muthemel ve tecrübeyle sabittir.

12. Herkes ağızbirliği etmişçesine size "şu köpeği ver" menizi veya "şu köpeği at" manızı söyleyecektir. Herkes her boku bilir ve her boka karışır.

13. Bok demişken bazen köpeğinizin bokunu karıştırmak zorunda kalırsınız çünkü rengi, kıvamı ve içindekiler sorun yaratabilir.

14. Kapı çaldığında hiç bir zaman kapıyı ardına kadar açamazsınız, evinize pizzacı vb. geldiğinde kapıyı açıp yiyeceğinizi rahatlıkla alamazsınız çünkü kapının hemen dibinde gelene sevincini göstermek için ağzında topluyla çılgınca kuyruk sallayan itiniz duruyor olacaktır ve kapının açılmasıyla vınn diye kapıdakinin önüne atlayacaktır.

15. Köpeğinize tavır koyarken dikkatli olun. Onu cezalandırırsanız yatağınız , koltuğunuz veya halınıza çiş kaka yapacak sizi böyle ödüllendirecektir.

16. Ağız tadıyla sofrada birşey yiyemeyeceksiniz çünkü masanın ayağının dibinde oturup tek patisini hayava kaldırmış size acıklı gözler ve yalanan bir ifadeyle bakan itinize sofradan yemek versem mi vermesem mi çelişkisi yaşayacaksınız.

17. Yatağınızda X işareti şeklinde yatmayı, sağdan sola özgürce dönmeyi, sevdiceğinizle sarılıp uyumayı unutun! İt yatağa sizden önce girecek, yatağa enlemesine uzanacak, veya aranıza veya sırtınıca çıkıp uyuyacak. Sabah da gözünüzü açar açmaz uyanıp yüzünüzü yalayacaktır.

18. Olmadık zamanlarda evde misafir varken sevinçten kirli sepetindeki kirlileri odaya taşıyacak, sizi rezil edecektir.

19. Hastalandığınızda eş dost tarafından her şeyin sorumlusu it olacaktır.

20. Çocuklar için tehlike yaratabilecek bir sürü şey köpekler için de geçerlidir. ( Tasmasından fırlayıp yola koşması, kedi saldırması, evde çamaşır suyu olan vileda suyu yalaması, elektrik çarpması, böcek sokması vb.)

21. Sırf köpeğiniz yüzünden bazı arkadaşlıklarınızı veya ilişkinizi bitirmek durumunda kalacaksınız. (Evleniyorum eşim köpeğimi istemiyor diyenleri tenzih ederim onlar ayrı vaka)

22. Sokakta çelik gibi sinirlere sahip olmanız gerekecektir. İti görünce karşı kaldırıma atlayan, parkta ortalığı velveleye veren, camiden çıkan abdest bozuyor amca ve teyzeler, köpeğinize "duğğsssttt!!" , "gel pisi pisi" , "miyavvvoğğğğğğğ" , "cinsi ne bunun?", "abla kız mı bu?" , "ısırır mı?" , "dalar mı?" (ben bunu bugün duydum) diye çeşitli şekillerde insan söylevleri duyacaksınız.

23. Köpeğiniz evde yalnızken akşam iş çıkışı bir yerlere gidip de köpeğinizi karanlıkta unutursanız, o da tuvaletin yolunu unutur ben size söyleyeyim.

24. Eğer arabanız yoksa ayvayı yersiniz. Hem taksi parası vermekten iflahınız kesilir -ki her taksi şoforu it almıyor arabasına, hem de otobüste veya dolmuşta şoforlere rica minnet binme izni istersiniz.

25. İtle parka gittiğinizde kollamanız gereken hem insanlar ve diğer çocuklar hem de sokakta başıboş kedi köpekler vardır. Ayrıca kaka da kollanamız gerekir, çünkü kaka edince poşetle almak durumundasınız. (Almazsanız çok küfür yersiniz haklı olarak)

26. Hesaba katmadığınız durumlar çıktığı zamanlar yaşanabilir, taşınmak zorunda kalmak, çocuğunuzun alerjisi çıkması ve kesinlikle itle aynı evde bulunmaması gerektiği, sizin hastalanmanız, eşinizin it istememesi ama onu çok sevmeniz ne yapacağınızı bilmemeniz vs.

27. Siz ölürseniz çok güvendiğiniz eşiniz veya aileniz itinizi kapıdışarı edebilir.

28. İt yüzünden yöneticiyle, komşunuzla mahkemelik olaiblirsiniz. Öyle manyaklar var ki, köpeği istemeyip onu kudurtmak için kapı önünden geçerken kapıya vuranlar mı dersin, zehirlemek için iti gezdirdiğin yerde zehirli et bırakanlar mı dersin bir ton delilik.

29. Dışarı çıktığınızda aklınız sürekli evde sizi bekleyen köpeğinizde olur. Erken dönersiniz. Dönerken de suçluluk içinde bir paket ödül bisküvisi falan alabilirsiniz.

30. Bebekken tam bir felaket olurlar. Her yeri ısırırlar, dişlerler, terlik, gazete, peçete ve eşofman paçasına bayılırlar. Sevinince çişlerini tutamazlar olduğu gibi salarlar. Eğitim verene kadar durmadan ağlar havlar vıykvıyklarlar. Her durum için eğitim vermek ve sosyalleştirmek gerekir. İnternetten ve kitaplardan bilgilenmek gerekir, gözlemlemek gerekir. Hangi duruma ne tepki veriyor bilmek gerekir. Çocuk gibi şımartmamak gerekir.

31.Ne kadar gezdirirseniz gezdirin yetmez. Eve dönünce cama koşacak, melül melül camdan dışarıyı seyredecek ve iç çekecektir.

32. En önemli madde ; ne olursa olsun onu bırakmamanız gerekir. Bir gün kaza geçirebilir, felç, kör, sağır, sakat olabilir. Trafik kazası geçirebilir. Bebekler gibi altını temizlemek ve mama yedirmek zorunda kalabilirsiniz. Onu alırken bütün bunları bilmeniz gerekir ve onu asla ama asla bırakmamanız gerekir.

1 Nisan 2010 Perşembe

Her yerde kıl var


İt sahibi olmak demek , karşılıksız ve sonsuz sevginin yanı sıra milyon tane kılla aynı atmosferde yaşamak demek. Çeşitli sebeplerden (mevsim değişiklikleri, stres, mama değişimi vs.) köpekler ve kediler kıyamet kadar kıl dökerler ve eğer 2 günde bir evinizi süpürmezseniz her yerde kıl yumakları olur. Yastığa kafanızı koyduğunuzda ağzınıza burnunuza yapışır püff yapıp uyumaya devam edersiniz, yemek yerken yemeğin üstünde kıl görmek artık olağan bir durumdur kılı yere atıp yemek yemeye devam edebilirsiniz, siyah kıyafetlerinize elveda, yıkasanız bile kıllar yapışık kalacaktır. Eve habersiz gelen misafire uyuz olacaksınız çünkü siz belki kendinizi serip 3-4 gündür kıl yumaklarını süpürmemişsinizdir ama habersiz misafir gelince onları hangi koltuğun altına tıkıştıracağınızı şaşırırsınız. Halınızın üzeri ikinci bir tüy tabakasıyla kaplanacak, evinize gelen arkadaşlarınıza " halıyı korusun diye doğal tüyle kaplattım hehehe" esprinize sizden başka kimse gülmeyecektir. İkea'nın o kocaman tüy toplayıcıları bile derdinize derman olmayacak, koli bandından medet umacaksınız. Bilgisayarın klavyesi doğal kıl yatağıdır ve üfleyerek hayatınıza devam edebilirsiniz. Öğlen vakti içeri giren güneş ışığı demek bütün tüylerin havada uçuştuğunu görmeniz de demektir aynı zamanda.

Ayrıcaa eğer itinizin veya kedinizin düzenli olarak iç parazit ilacını yaptırmazsanız o milyon tane kıl kökünde bulunan kist kesecikleri ağzınızdan burnunuzdan girip içinizde açılır ve kist oluşturur veya kurt yapar benden söylemesi.
Ben itimi her baharda komple tıraş ettiriyorum. Hem ferahlıyor hem de kıldan kurtuluyoruz. Bir kaç gün morali bozuk oluyor ama it tüyünden yastık yapmak gibi bir niyetim olmadığına göre bahar demek tüyden kurtulmak demek olacak her zaman.