30 Eylül 2010 Perşembe

Sıkıştım

Öğrenciyken, bir işe takılıp kalmak zorunda değildim. O yüzden 3 ay orda 5 ay burda, kah kendi mesleğimde kah kel alaka işlerde çalıştım durdum. Boş durmayı sevmedim, evdeyken hep işe yaramaz hissettim kendimi. Tamam zaman zaman pc başında keyif yaptığım, sabahladığım gecelerim oldu ama çoğunlukla "işe yaramamak" durumunun getirdiği mutsuzluk vardı üzerimde. Öğrenciyken yaptığı işlerde imza yetkim vs olmadığı için pek önemli değildim, maaşım ve konumum da pek önemli değildi bu yüzden. Ama ben bekledim. Mezun olmayı, adaylığımın kalkmasını vs. . 2008 'de mezun oldum, geçen yıl da adaylığım kalktı. Yani artık özgürdüm. Güya istediğim işte özgürce çalışacaktım, konumum da önemli olacaktı. Peh! Oldu olmasına, ama özgürlük mü dediniz?
Eğer sabah 9'dan akşam 6'ya kadar, günde 8 özel çocuğu seansa alıp minicik teneffüslerle yetinmeyi, hayal kuramamayı, artık düzenli maaşım olduğu için girdiğim borçlarımın olmasını, keyif mi çatsam doya doya gezsem mi diye yere göğe sığdıramadığım haftasonunu, akşamları yorgunluktan devrilip yatmayı istemekle "hayır yaşayacağım ve uyumayıp akşamımı değerlendireceğim" inadını özgürlükten sayıyorsanız size bravo diyorum.
Ben bu şehirde bu şekilde yaşlanmayı, trafikte stresten ölmeyi, pek pahalı xcity evlerinde oturabilmek için , veledimi x kolejine göndermek için it gibi çalışmayı reddediyorum!
Hele de bu aralar her gün ama her gün, bu rutinden, bu işten, bu sıkışıklıktan kaçmak için çözüm düşünüyorum. Yaptığım iş bu şekilde yapılacak bir iş değil. Bu tempoyla değil. Çok severek bilinçli bir şekilde seçtiğim işimden kaçmak istiyorum. Kendimi sıkışmış, kanatları elinden alınmış bir kuş gibi hissediyorum. Boğuluyorum.
Özellikle bu yeni başladığım okulun olduğu ilçe çok fazla göç alan bir yer. Aileler çok bilinçsiz, bilgisiz, ilgisiz ve hatta sevgisiz. Derdimi anlatamıyorum. Otistik, göz kontağı olmayan çocuğa okuma-yazma öğretmemi, 29 yaşında işitme cihazı bile olmayan öğrenciye konuşma öğretmemi bekleyen aileler var. Çocuklarını tanımıyorlar. Aile görüşmesi yapıyorsun "hadi dersi geçiyor " diyorlar. "Çocukla ilgili bilgi almam gerekiyor sizden, ilk seans bu" diye ısrar edince üflüyorlar püflüyorlar. Bir öğrencim var 1 aydır her seans durmaksızın ama durmaksızın ağlıyor. Çünkü ağlayarak her istediğini yaptırmış .Ağlamak bir ifade biçimi olmuş. Sevinince de ağlıyor üzülünce de. Başım çatlıyor başım dönüyor.
Verimli olamıyorum. Ölüyorum kuruyorum.Dakikaları sayıyorum.
Yeniden üni sınavına girip başka bir meslek mi seçsem diye düşünüyorm.
Sıkıştım kaldım. Çoluğum çocuğum olduğunda bu şekilde işe sıkışıp mecbur kalmak istemiyorum .Sevmediğim bir şeyi yapmak mecburiyetinde olmaktan korkuyorum.
Off of.

28 Eylül 2010 Salı

Ölü

Rüyamda çocukluk arkadaşlarımdan birini ölmüş gördüm. Ölüsünü görüyordum ama ölü değildi, hayaletini görüyordum desek daha doğru.Sordum:
-Ölmek nasıl bişey?
Cevap verdi:
-Ölmek beni benden aldı ya.
-&%/%+/


Bunca zaman sonra rüyamda öldüğünü gördüğüm arkadaşımın ölüm üzerine yaptığı espriye alkış diyorum.

25 Eylül 2010 Cumartesi

Noodle

Rahmetli babam hayattayken mutfağa girer her çeşit yemeği yapardı. Birinden bir tarif duysun hemen denerdi. Evde onun aldığı 2-3 yemek kitabı hala durur. Ben de çocukken özenirdim, mutfağa girer değişik tarifler, karışımlar yapardım. Biraz ondan biraz bundan... Babam da tadına bakardı. İlk yaptığım pilavın yarısı tencereye yapışmıştı hatırlıyorum da . Bundan sebep yemek yapan erkek tuhaf gelmez bana. Asıl yemek yapmayan erkek tuhaf gelir hatta. Yani hiç olmadı salata, makarna, omlet falan yapsın. Şükürler olsun ki Uzi yemek yapan bir erkek. Hem de pek güzel yapar. Güzel bir tarif bulduk mu hemen deneriz pişiririrz afiyetle yeriz.Netten değişik tatlılar, yemekler bulur bana gösterir; yaparız, yeriz, hatta eve misafir çağırıp onlara da yediririz. Yemek olayı tamamen keyif olduğundan beri, takdir edersiniz ki O ve ben kilo aldık, kendimizi koyversek bin kilo olacağız.
Geçenlerde de bana noodle yaptı parmaklarımı yedim.
İstek üzerine yayınlıyorum.
Malzemeler:
1 paket noodle
Küp küp veya jülyen doğranmış tavuk göğsü
Yeşil sivri biber, kırmızı biber, soğan
Mantar
Soya sosu




Noodle'ı 6-7 dk haşlıyorsunuz. Çok fazla haşlamayın biraz diri kalsın.

 Sebzeleri uzun uzun kesiyorsunuz efenim.


Tavukları Uzi jülyen usulü doğradı ama minik küp küp de olabilir. Tavukları teflon tavada az su ve yağ ile pişiriyorsunuz . Haşlayabilrisiniz de.


 Sebzeleri Wok tavasında şööyle bir çeviriyorsunuz. Fazla pişirmeyin çok ölmesin sebzeler.
Sonra mantarı ekliyoruz.

Sebzeler pişince noodle ve soya sosunu ekleyip tavada çeviriyorsunuz bir süre.


 Haydi afiyet olsun.
Not: Malzemeleri göz kararı yaptık biz. İsteyen detaylı ölçülü mölçülü tarifi yemek bloglarında bulabilir..

24 Eylül 2010 Cuma

Cocker Dehşeti

Benim Nancy iyi hoş bu aralar. Her akşam geziyor falan o yüzden çok mutlu. En sevdiği oyun "topu getir" oyunu değil , Star Wars ve Jaws müzikleri eşliğinde oynadığımız "Vahşi oyun" olduğundan mütevvellit bu oyunu sık sık oynarız.Oyunun sonunda pestili çıkar, dili yana sarkar, kafayı yer.
İşte kare kare cocker dehşeti !
 Bana sataşmış, dişler dışarda. Teslim olmuş görüntüsü içinde bir manyak !





Vahşi ırk! Derhal yasaklanmalı !


 Ve nakavt ! (Hayır boğazını sıkmıyorum)





Sonunda benimle uğraşamayacağını anlayan ve düşmana teslim olan it, en iyisi topla oynamak diye düşünüp topu önüme getirir ve oyun biter.

14 Eylül 2010 Salı

Yük

foto

Buralarda yokken;
Üstümdeki yüklerden kurtulma zamanımın geldiğini anladım. Kambur gibi sırtımda duran fazlalığı atıyorum artık. Her şeyin zamanı varmış. Hep dua ederim ki istediğim şeyler eğer benim ve evrenin hayrınaysa olsun, değilse olmasın O'ndan gelen her şey kabulüm. Öyle de oldu netekim...
Annem hastaneye yattı-çıktı, bir daha yattı, 1 ay orada kalacak.Dizinde bir problem var , fizik tedavi görecek.
Ayrılık, barışmak, mutsuzluk, mutluluk...
Tatil yaptım, dinlendim, gezdim, geleceğe dair hayaller kurdum, karışık rüyalar gördüm, kendimi eleştirdim çokca...
Kendimi adam etmeye çalıştım, hırslarımdan , kibirimden, huysuzluklarımdan vazgeçme yolunda bir adım daha attım.
Geçenlerde yolda bir adam gördüm yargıladım hemen. Sonra o adam için "ama belki de şöyledir böyledir" dedim. Sonra niye o adam için bahaneler buluyorum ki dedim , içi kötü olan yargılayan benim. O kazandı ama ben kaybettim, otur sıfır dedim.
Köpeğimi sevdim, köpeğimi gezdirdim, huysuzluk yamamasına sevindim, onu yıkadım, tatlı kahve gözlerine damla damlattım, tüylerini taradım, mamasını değiştirdim.
Referandumu boykot ettim.
Annemle kavga ettim, 3 gün konuşmadık.
Bir bardak su dedim, bir bardak su ne önemli.
Bir bardak suda fırtınalar kopar, misafire bir bardak su öyle lappadanak verilmez, altında tabak, üstünde örtü olur, içmesi beklenir bitince alınır. Ölüm döşeğindekilere de su verilir, hiç bir şey yapamazlarsa ağzını ıslatırlar... Fenalaşanlara da su verilir kızanlara da korkanlara da... Hiç anlamamış, hiç de sevmemişimdir böyle durumlarda burnuma su dayanmasını. Susuzluktan mı sanki huysuzluğum üzüntüm...

Ayaklarımı çimene gömüp, gözlerimi kapatmak istiyorum , köpeğimi yanıma yatırıp battaniye altına girmek istiyorum.
İzninizle kaçıyorum.

6 Eylül 2010 Pazartesi

Bebek

Günlerdir peş peşe gelen üzüntülerim bir halt değilmiş, bunu okuduktan sonra anladım. Çok üzüldüm, çocuğum yok, belki anne gibi anlayamam ama çok üzüldüm. Allah ailesine sabır versin. Çok zor. Nur içinde yatsın.

1 Eylül 2010 Çarşamba

Eylül geldi iyi bok yedi



Tüm uyuzluğuyla, serinliğiyle, yağmuruyla geldi.
Bok demiş olabilirim, dedim ne yapayım.