Planlama biraz zor oldu çünkü kafamıza göre takılıp konaklayacak bir yer bulma sıkıntısı yaşayabilirdik veya çadırdan sıkılabilirdik.
Bu sebeple gitmeden netten araştırmamızı yaptık. Özellikle bu siteden çok faydalandık. Oturmuş her detayını yazmış sağolsun siteyi hazırlayan. Kesinlikle tavsiye ederim.
Neyse. 24ünde cumartesi sabahı çıktık yola.
İlk durağımız Gökçeada olacaktı. Tekirdağ üzerinden navigasyonun bizi sürüklediği Şarköy ara yollarından bir yerlerden iskeleye vardık.
Baştan söyleyeyim Gökçeada'ya arabayla gidecekseniz işiniz bitti. Böyle bir kuyruk olamaz. Karşılıklı iki feribot çalışıyor ve kuyruk hiç bitmiyor. Hem adadan dönenleri hem de adaya girmeye çalışanları gördük ve motorcu olmamıza şükrettik.
Gökçeada'yla ilgili nette güzel yorumlar okumamıza rağmen fotoğrafları görünce sadece bir gün ayırmanın yeterli olacağını düşünmüştük. Çünkü netteki fotoğraflarda inanılmaz çorak bir yer görünüyordu. Netekim biz feribottayken adaya yaklaştıkça adanın tek bir bitki olmayan çorak çarık kısmını görünce bir gün çok bile dedik.
Ayrıca feribot eskiyse (bizim ilk bindiğimiz eski feribottu) yolculuk yaklaşık 2 saat sürüyor. Eğer yeni kapalı feribota denk gelirseniz çoluk çocuk sesleri eşliğinde kabus gibi 1,5 saat geçiriyorsunuz.
Gökçeada limanda bir yerleşim yeri yok. Limandan inip hangi bölgeye köye gideceksen olaysız dağılıyorsun. Biz Kefaloz (Aydıncık) tarafını seçmiştik.
Adanın içlerine doğru girdikçe ada bizi etkisi altına almaya başladı. O çorak görüntü gitti, mis gibi bitki (kekik diyorlar) kokuları, yollarda keçilerin koyunların fink attığı yollar geldi.
Zaten çevre halkı sizi uyarıyor yavaş gidin yolda hayvanlar var diye. Bir ördek sürüsü bile gördük yol ortasında.
Efendim ilk önce karnımız çok aç olduğundan merkezde bir şeyler yiyelim dedik. Gitmeden birkaç yer not etmiştik.
Kaleköy civarında sıralanmş balıkçılar vardı, oraya gittik ama balıkçıların önünden şöyle bir bakıp döndük. Biz bu tarz yerlerde zaten İstanbul'da silme bulunan deniz kenarı klasik balıkçısı sevmiyoruz. Özelliği olan bir yer olmasını seviyoruz. O yüzden geri dönüp merkezdeki Gül Hanım Mantı Evi'nde şansımızı denemeye karar verdik. Merkez deyince büyük bir yer sanmayın. Çok küçük bir yer.
Gül Hanım Mantı Evi'ni kesinlikle bir kenara yazın. Yediğim en güzel mantıyı lüplettim burda. Yediğiniz hiç bir mantıya benzemiyor . İlk kaşığı alınca Uzi'yle birbirimize baktık . Diğer mantılardan daha farklı bir hamur kullanıyorlar bence. Normal bir mantı değil çünkü. Aynı zamanda buranın Avcı böreği de mutlaka yenilmeli. Bozcaada ve Assos'ta da avcı böreği vardı ama burdaki gibisini gerçekten yemedim.
Karnımızı deliler gibi doyurduktan sonra Aydıncık'a doğru yola çıktık. Yine mis gibi yollardan geçip Seyir Defteri 'ne vardık.
Sağda solda keçiler görmek sizi şaşırtmasın.
İsteyen bu çingene arabalarında kalabiliyor.
Çadır için bize iki çingene arabasının arasını verdiler. Elektrik vermiyorlar ama orada bulunan prizlerden faydalanabiliyorsunuz.
Hemen kendimizi denize attık. Plajı ve suyu mükemmel, sahili gayet nezih. Ayrıca isterseniz rüzgar sörfü yapabilir veya bizim gibi yapanları izleyebilirsiniz.
Akşam listemizdeki yerlerden biri olan Tepeköy Çınaraltı'ndaki İspilya Restoran'a gitmeye karar verdik. Verdik vermesine ama yollarının bu kadar dar, dik ve bozuk olduğunu bilmiyorduk. Gerçi bilseydik yine de giderdik çünkü bütün o yola değen bir manzarada yemek yedik.
Tepeköy gerçekten de adını hakediyor çünkü gerçekten yüksekte ve tepede. Bizden başka kimse yoktu. Daha önce deiğim gibi limandaki kalabalığı ve sırayı görünce eyvah çok kalabalık ada demiştik ama limandan sonra böyle bir durum görmedik. Herkes o köyde bu koyda takıldığı için tam kafanızı dinleyebileceğiniz bir yer.
İspilya'nın yemeklerini sıradışı bir şeyini görmedik ama leziz ve güzeldi. Gidip o manzarada yemek yenmeli diye düşünüyorum.
Ertesi gün Seyir Defteri'nde kahvaltı yaptıktan sonra (itiraf etmeliyim keşke başka bir yerde kahvaltı yapsaymışız dedik. Çünkü klasik zeytin peynir domates. Sıcak bir şey yoktu. ) yine denize girdik. Mis gibi bana göre ideal su ısısı ve ince kumlu plaj.
Plaja çok yakın bir Tuz gölü var yürüme mesafesi. Oraya da gitmenizi tavsiye ederim. Suyu ve çamuru mineralliymiş insanlar yüzüne falan sürüyordu ama biz yapmadık.
Daha 3 feribot yolculuğu yapıp Bozcaada'ya gideceğimiz için dönüp duşlarımızı aldıktan sonra toparlandık ve öğle yemeği için yine Gül Hanım Mantı Evi'ne gittik. Ne kadar övsem az hem uygun fiyatlı hem de lezzetli yemekleri var.
Oradan Kaleköy'deki Mustafa'nın Kayfesine gittik. Bunu da bir yere not edin. Konumu çok güzel, kahvesi ve yanında getirdikleri damla sakızı macunu mükemmel. Biz hemen bir kutu aldık macundan.
Kaleköy'de bir de sabun imalathanesi vardı gezilecek ama o gün kapalıydı gezemedik. Bu arada tatilin ilk günü fotoğraf makinem bozuldu ve kalan fotoğrafları telefonumla çektim. Bu yüzden çok iyi fotoğraflar değil.
Kahvemizi içtikten sonra da dönüş yoluna koyulduk. Gökçeada'ya kesinlikle bir gün yetmez. Bozcaada için otel rezervasyonumuz olmasaydı daha kalırdık. Başka zaman yine geliriz dedik vedalaştık.
Gökçeada'dan Bozcaada'ya gitmek iyi bir fikir değilmiş . Çünkü Gökçeada'dan Kabatepe'ye, oradan Eceabat'a kara yoluyla, ordan Çanakkale feribotu'na binmek ordan Geyikli'ye kadar karayolu, feribotu kaçırmayalım diye hızla limana gitmeler, Geyikli'den bir daha feribot yolculuğu dengenizi ciddi olarak bozabilir.
Uyarmadı demeyin.
Gelecek Program
Bozcaada.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder