2 Ağustos 2010 Pazartesi

Saklıkent - Kayaköy Son Gün

Saklıkent turumuz için sabahın köründe kalktık. Ya bu turlar, oteldeki kahvaltılar falan neden sabahın köründe olur ki. Hayır yani ben otel işletsem kahvaltı 8-11 arası olur. İnsan uyumak ister. Ayrıca açık büfe olan yerde kahvaltı mı kalıyor sanki. Millet kıtlıktan çıkmış gibi saldırıyor. Azcık geç kalksan her şey bitmiş oluyor. Kahvaltı yemek falan bittikçe doldurulmalı ki herkes yiyebilsin. Bir de ben açık büfe olan yerlerde yemek yiyemem pek. Midem bulanır. Yağından mıdır nedir bilmem ama içim kalkar.
Neyse, sabahın köründe atladık jeeplere . Bu arada jeep safariye çıkacak olanlara not; elektronik eşyalarınızı su geçirmez kılıflara koyun çünkü yol boyu su şakası yapıyorlar. Yani köylerden falan geçerken çoluk çocuk amcalar falan üzerinize hortumla su sıkıyor. Ben gün boyu kuru kalmadım diyebilirim.
Üst fotodaki yer ilk durağımız Tlos . Likya birliğinin en güçlü şehirlerinden olan Tlos'un içine giremedik çünkü grubumuz kalabalıktı ve girip çıkmak zaman alacaktı. Bana kalsa tavaf ederdim ama bana kalmadı.



İkinci durak Yakapark. Her yer su, her bir noktadan buzz gibi sular fışkırıyor. Üfürükten prenses yazmıştı burada bir havuz var, uzun süre durana yemek içecek falan bedava. Ama durmak kolay değil. Ben bir şelalenin altına girdim mesela ve anında beynim dondu. Orada aynı zamanda bir barın kenarında alabalıklar vardı. Turist efendiler eğleşsin diye koymuşlar garipleri daracık yere. Millet elleyip duruyordu. Ben bir tanesini gördüm ölmek üzereydi. Küfür ettim içimden .


Saklıkent kanyonu çok güzeldi. İnanılmaz soğuk bir suya giriyorsunuz önce. Akıntı muazzam. Yanınıa ayağınızdan çıkmayacak bir deniz ayakkabısı veya sandalet almanızı öneririm. Nice yiğitler parmakarası terliklerini akıntıda bıraktılar çünkü.
Akıntıyı geçince su azalıyor ve çamurlaşıyor. Kanyon boyunca gitmenizi öneririm. Kanyonun duvarlarının dibinden çıkan suları görüp şaşıracaksınız. Biz hayran kaldık.


Saklıkent'teki geziden sonra oradaki restoranda soluklanmamak ayıp. Su üstündeki yerlerde mutlaka oturulmalı ve ayaklar sarkıtılıp çay içilmeli. Su epey soğuk, akıntı epey güçlü. Ama bir kaç dakika sonra ayağınız alışıyor soğuğa.


Vee ertesi sabah zar zor yataktan söküldük. Zira bir gün önce saklıkent'te yorgunluktan gebermiştik. Motor kiralayıp köy kahvaltısı yapmak için ver elini Kayaköy dedik yeniden. Yukarıdaki fotoda Gemiler Koyu'nu görüyorsunuz. Biz orada denize girdik. Yolu çok virajlı ve tehlikeli. Yavaş gitmeniz önerilir. Ama arabayla gidecekseniz mutlaka camları açın ve mis çam kokusunu içinize çekin.


Ahh işte kahvaltımız. Kişi başı 10 Tl vererek patlayana kadar doyduk. Kayaköy'deki İstanbul Restaurant bizi ihya etti. Ağaçların altında, çardaklarda yayıldık ve kahvaltılarımızı lüplettik. İsteyene havuzu da var. Öyle lüks bir yer değil , havuz deyince aklınıza öyle bir yer gelmesin, oradaki çoğu işletmede havuz var.

Bütün gün Gemiler Koyu'nda denize girdik, hayatımda ilk kez gölgede şezlongda uyuyakaldım.
Kitabımı yarıladım. Açlık Oyunları adlı kitabı okuyorum. Çok beğendim, ikincisini de aldım ama henüz üçüncüsü çıkmamış. Şimdiden tasası düştü...

Kısacası çok güzel bir tatil geçirdik Uzi ile. Aşkımıza aşk kattık. Özellikle de uçağı kaçırdğımız son gün oradaki en güzel günümüzü geçirdik.
Fethiye ve Ölüdeniz pek güzel değil. Çok pahalı, İngiliz sömürgesi gibi bir hal almış. Hele akşamları Hisarönü ve barlar sokağı turist çekmek için sokaklara ve bar tepesine tünemiş apaçilerle dolu, zavallıca geldi bana. O tarz bir eğlence sevmediğim içindir belki bilmem. Benim sevdiğim denizi oldu, nemsiz havası oldu, gezilecek bir ton yeri oldu,tarihi oldu, istersen sakin istersen harala gürele yapabilme özelliği oldu. Yine fırsatım olsun yine giderim.
Tatil güzel, iyi , ala da şu İstanbul'a adımımı attığım an üzerime yapışan sıcağı, gürültüsünü hiç özlememişim. Sersem gibi dolaştım geldiğimden beri. Baş dönmesi, halsizlik, mide bulantısı...
İstanbul, seni hiç özlememişim...

Hiç yorum yok: